28 Mayıs 2012 Pazartesi

Yedi Kubbe; Bilgelik, Güzellik, Aşk, Adalet, Görkem, Bilgi ve Ölümsüzlük


Thot’un Kitabı’nda; “Ruhunu yükseltebilmek için fazlalıklardan kurtulman gerekir. Ruhunu hafifleştirmeye bak.” der ve ekler “Yücelmek için istemen yeterlidir. Yücelen diğer ruhların etrafa nasıl dağıldıklarına ve ilahi gruplar oluşturduğuna bak. Her biri kendilerine uygun bölgelere yükselip, o bölgenin meleğinin kanatları altında toplanmaktalar.” Bir zamanlar Atlantis’te Thot tarafından kaleme alınan bu bilgiler, yine Thot tarafından Mısır’a getirilmiş ve burada muhafaza edilmiştir. Bu yedili hiyerarşik yapı Hindistan’ın Yedi Deva’sı, Persler’in Yedi Amşapand’ı, Kabal’ın Yedi Sefirot’u, İslam’ın Tasavvufundaki ve Orta Asya Türk geleneklerindeki Yedi Katlı Gök anlayışlarında yansır. Bu yedi Kubbe; Bilgi, Güzellik, Aşk, Adalet, Görkem, Bilgelik ve Ölümsüzlük’tür.
Thot’un Kitabı’nda yer alan aşağıdaki satırlar, insanın ruhsal ve fiziksel yapısında da “Yedili Sistem” in bir yansıması olduğunu açıkça dile getirmektedir; “Evreni içine alan bu ‘Yüce Yedili Sistem’, sadece gökkuşağının yedi renginde ve Gam’ın yedi notasında değil, aynı zamanda insanı yedili yapısında da tezahür eder.” İnsanın yedili yapısı ile anlatılmak istenen bağlantı noktaları Doğu Ezoterizmi’nde “Şakralar” olarak adlandırılır.
“Ruh perdelenmiş bir ışıktır. Onu ihmal edersen kararır ve söner. Ama onun kandiline kutsal aşk yağı koyarsan, ölümsüz bir ışık halinde yanar durur ve sana rehber olur.”
Maddeye bağlanabilmek için kendi ışığını azaltmak zorunda kalan varlık, dünyada yaşarken astral yapısında da çok büyük bir kabalaşmaya maruz kalmaktadır. İşte varlığın en çok etkilendiği olumsuz koşulda budur. Astral yapısı kabalaşan ve adeta bir kabuk gibi varlığın iç ışığını bedensel yaşamına aktarmasına engel olan bu sonuçla, her varlık karşılaşmaktadır. Her varlık bu dünyadan ayrılıp asıl vatanına dönerken de  bu astral kabuktan kurtulmak zorunluluğu ile karşı karşıya gelmektedir. Bu astral tortuyu oluşturan ana faktör ruhun negatif yaşantılarıdır. Bu negatif deneyimleri dönüştürüp, ruhun ihtiyaç duyduğu pozitif enerji içinde kalabilmesini sağlamak şimdiki yaşam için çok önemlidir. Bazı insanlarda bu tortu kendi başlarına meditasyon , namaz, dua veya zikirle temizlenebilir. Ama çoğu insanda bu kabuk o kadar kalınlaşır ki, çeşitli psikosomatik rahatsızlıklar, tekrar eden negatif deneyimler, sürekli başarısızlığa uğrayan ilişkiler şeklinde ortaya çıkarak kişiye katlanılması güç sıkıntılar yaratabilir. Aslında geçmiş yaşam çalışmalarının amaçlarından biri de bu kabuğu henüz dünyadayken yok etmektir. Böylece kişi bugünkü yaşamında başına gelen negatif deneyimlerin ilgili olduğu negatif duyguları o geçmiş hayatta dönüştürdüğünde, şimdiki yaşantısında da sıkıntıları ortadan kalkar.
Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı

18 Mayıs 2012 Cuma

Soyunun üzerinizdeki giysilerden, cesaretle çıkın yola!...


Ben Aralık ayında doğmuşum. Aileye ilk gelen torun olup birde erkek doğunca ilk iki yıl, deyim yerindeyse el üstünde büyütülmüşüm. Doğduğum andan itibaren çevremdekiler koruma ve kollama içgüdüsüyle sıkıca sararak giydirmişler, maşallah bolca da yedirmişler. Tabi bu duruma vücudum hemen reaksiyon göstermiş. Alerji ataklarım başlamış, her yerim kabarıp duruyormuş. Sonrasında nerdeyse iki yaşıma kadar gitmediğimiz doktor, profesör kalmamış İstanbul’da. Durumumda bir gram ilerleme olmadığı gibi sürekli geriye gitmiş. Derken bir komşunun tavsiyesiyle Bahçelievler’de bir pratisyen hekimin muayenehanesine götürmüşler. Doktor beni görünce hem annemi, hem de babaannemi bir güzel kalaylamış haliyle.
“Ne yapıyorsunuz bu çocuğa hanımlar?” demiş, “Lahana gibi giydirmişsiniz. Acil çıkarın üzerindekileri, bu çocuğun teni nasıl hava alır?”.
Böylece doğumdan sonra başlayan aşırı korumacı, yaz gününde yün içlik günlerim alerjilerimle birlikte sona ermiş. Yıllarca atlet giymekten nefret ettim. Ben neden olduğundan çok emin değildim, ama tenim biliyordu başına geleni. Ama bedenimin hafızasına kaydedilen “Üşürsün” düşüncesinin getirdiği bronşiti ortaokula kadar taşıdım üstümde.  (Şimdi her kar yağdığında biraz üşümek için kazakla dışarı çıkmama eşim çok şaşırıyor).
Peki, benliğimizin durumu farklımı sanki? Üzerinize kaç kat giyindiğinizi fark ettiğinizde afakanlar basmıyor mu sizi de? Ardından alerjik reaksiyonlar, egzamalar, vitiligolar, fobiler, nedeni belirlenemeyen ağrılar, hastalıklar gelmiyor mu? Her yeniden doğuşumuzda yeni elbiseler giyip geliyoruz hayata. Ama bazen yün içlikler gibi bazı yaralarımızı da, ruhsal bedenimizin hafızasında taşıyoruz. Sonra sorunu çoğu zaman bu yeni elbiselerde arıyoruz. Tam üstümüze oturmadığından şikayet ediyoruz durmadan. Terziden şikayet ediyoruz bazen. “Küsüyoruz hatta terzilere, başkaları ipek kaftanla gezerken neden bizim üzerimizde iki beden büyük ya da küçük elbiseler olduğunu anlayamadığımızdan.”  Sonra doğar doğmaz bizi ruhsal olarak da giydiren yakın çevremizde arıyoruz hatayı. Öyle ya, özenle, dikkatle giydirselerdi belki de bu sorunları yaşamazdık. Ardından biraz cesareti olanlar, başlıyorlar üzerlerine giydirilen, ama kendilerine ait hissetmedikleri ruhsal elbiseleri kesip biçmeye. Olmadı dünyadaki terzilerden yardım istiyorlar (psikologlar, psikiyatristler, danışmalar, koçlar burada devreye giriyor). “Kimimiz biraz üzerine uydurunca oldu zannedip bırakıyor başka elbise denemeyi”. Ama cesareti olup ruhsal giysilerinden tamamen soyunabilenler, keşfedilmemiş sahillere yelken açabiliyorlar benliklerinde. Geçtiğimiz hafta sonu, Kocaeli’nin kırsalında, bir meditasyon sırasında, kendimi Japonya’da bir sahilde samuray kıyafetleriyle bulduğumda hiç anlam verememiştim bu sahneye. Ardından iki saat süren bir derin kazının sonucunda o yaşamdan ne kadar fazla şeyi getirdiğimi fark ettim ruhsal bedenimle. Ruhsal bedenimin hafızasında uzlaşmanın yenilgi getirdiği yazıyordu mesela, oysa bir samuraya savaş alanında ölmek yakışırdı. Sonra bu hayatımda uzlaşmaz tavrımla kaybettiğim kariyerlerim, kaybettiğim iş ve ilişki fırsatlarım geldi gözümün önüne. Hep bir samuray gibi onurlu ve yalnız öldüğüm, arkama bile bakmadan yürüyüp gittiğim. O hayattaki 35 yıllık suskunluktan sonra şimdi susmakta ne kadar zorlandığım mesela. Ya da bu kadar konuşmanın  içinde duygularımdan ne kadar az bahsettiğim. Yardım alma girişimindeki başarısızlığın üstüne, bu yaşamda en yakınımdaki insanlardan bile yardım istemekte zorlandığım geldi aklıma.
Ruhsal elbisenizdeki katmanları bıraktıkça ardınızda, onun alerjik etkilerini de unutuyor bedeninizin hafızası, sanki hiç yaşanmamış gibi. Soyundukça giysilerinizden parıldamaya başlıyor altından gerçek benliğiniz, tüm güzelliği ve kirlenmemişliğiyle. Önemli olan bu derin kazıya cesaret edip yola çıkmanız sadece. Herkes birbirinden eşsiz, birbirinden farklı ve bunun gerçekte ne anlama geldiğini sadece ruhunuz biliyor. Onun rehberliğine güvenerek bıraktığınızda kendinizi, içinizdeki eşsiz ressamı, müzisyeni, mühendisi, ziraatçıyı, danışmanı, fotoğrafçıyı, gerçekte her ne iseniz onu fark edeceksiniz ve onunla buluştuğunuz, yeteneklerinizi hayata sunduğunuz andan itibaren kimsenin size veremeyeceği bir özsaygı kaplayacak içinizi. İşte o andan itibaren artık anda olmak ne demek bileceksiniz! Soyunun üzerinizdeki giysilerden, cesaretle çıkın yola ve unutmayın!
“İpekten kaftanda giyse, yünden abada, içindeki insan insandır.” Hz.Mevlana
Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Bakış Açını Değiştir, Hayatın Değişsin!...


Sevgili dostlar, aşağıda başına gelenlere olumlu ve olumsuz bakış açısı ile yaklaşan bir erkeğin, iki farklı versiyonda düzenlenmiş kısa hikayesi var. Koyu bölümler özellikle bakış açılarını vurgulamak üzere seçilmiştir. Bu hikayeyi eril güç ve başarı üzerine kurguladım, belki yakında dişil güç ve aşk üzerine yeni bir versiyonda hazırlarım.Haydi başlayalım!...
Bir erkek uyandı soğuk bir kış günü yatağında, pencereye vuran yağmurun sesiyle. “Lanet olsun” dedi yağmuru görünce. Son bir hafta ara vermeden yağıyordu yağmur. “Yağmurdan nefret ediyorum” diye geçirdi içinden. “Onun” için çok “kritik” bir gündü bugün. “Hayatındaki her şey pamuk ipliğine bağlı görünüyordu” ve “bugün o ipin kopması an meselesiydi”.
 “Eğer bugün şirkette bir yapılanma olur ve beni işten çıkarırlarsa, hayatımdaki her şeyi kaybederim”. “Yavaşça” kalktı yatağından. “Umarım bir aksilik çıkmaz” diye geçirdi içinden, dolabındaki tek temiz takımı giyinirken. Köşedeki simitçiden bir simit alıp, yaklaşan taksiye durması için el salladı. Durmak için hızla frene basıp kenara doğru yaklaşan taksinin, kaldırımın yanındaki su birikintisine girdiğini gördüğünde, kaçmak için artık çok geçti. “Hay aksi” diye geçirdi yine içinden, “Bugün bütün aksilikler beni buluyor”. Kızgınlıkla söylendiğini gören taksicide “basıp gaza gidince”, “okkalı bir küfür salladı arkasından”. Bu yağmurda “beklemek zorundaydı”.
Normal dedi, “bende bu talih varken fırın açsam millet ekmek yemez”. İş yerine vardığında “oldukça gecikmişti”. “Moralsiz, halsiz tavrı” toplantıya giren genel müdürün gözüne takıldı. İçerideki ilk sözü şu oldu genel müdürün; “Arkadaşlar, sıkıntılı günlerden geçiyoruz. Bu iş yeri içerideki hayata küsmüş, halsiz ve mutsuz insanlarla bu krizi atlatamaz”. Akşam olduğunda “işsizler kervanına katılmış”, yakındaki bir barda “ne kadar talihsiz olduğunu” düşünüyordu.
Aynı gün, aynı şehrin, aynı yerinde, aynı evin, aynı odasında ama bambaşka bir evrende;
Bir erkek uyandı soğuk bir kış günü yatağında, pencereye vuran yağmurun sesiyle. “Rahmet yağıyor” dedi yağmuru görünce. Son bir hafta ara vermeden yağıyordu yağmur. “Yağmuru çok seviyorum” diye geçirdi içinden. “Şirketteki herkes” için çok “kritik” bir gündü bugün. “Birçok insanın hayatındaki her şey pamuk ipliğine bağlı görünüyordu” ve “ama her kriz içinde yeni bir fırsat taşır” diye düşündü ve “bugün o fırsatla karşılaşması an meselesiydi”.
Eğer bugün şirkette bir yapılanma olur ve beni terfi ettirirlerse, hayatımdaki her şey çok daha çoğalır”. “Hızla” kalktı yatağından. “Biliyorum, her şey çok güzel olacak” diye geçirdi içinden, dolabındaki tek temiz takımı giyinirken. Köşedeki simitçiden bir simit alıp, yaklaşan taksiye durması için el salladı. Durmak için hızla frene basıp kenara doğru yaklaşan taksinin, kaldırımın yanındaki su birikintisine girdiğini gördüğünde, kaçmak için artık çok geçti. “Hay Allah” diye geçirdi yine içinden, “Bugün bereket hep beni buluyor”. Gülümsediğini gören taksicide “özür dileyerek şirkete getirip parada almayınca”, “hakkını helal et diye seslendi arkasından”. Bu yağmurda  “erken gelmişti”.
Normal dedi, “bende bu talih varken hava satsam millet kuyruğa girer”. İş yerine vardığında “oldukça erkendi”. “Moralli, enerjik tavrı” toplantıya giren genel müdürün gözüne takıldı. İçerideki ilk sözü şu oldu genel müdürün; “Arkadaşlar, sıkıntılı günlerden geçiyoruz. Bu iş yeri ancak içerideki hayatla barışık, enerjik ve mutlu insanlarla bu krizi atlatabilir”. Akşam olduğunda “müdürler kervanına katılmış”, yakındaki bir barda “ne kadar talihli olduğunu” düşünüyordu.
Siz hangi evrende yaşayan versiyonsunuz? Başına gelen her şeye negatif ve karamsar bakan, kendini kaderin mahkumu kabul eden versiyon musunuz? Yoksa her negatif şeyde bile iyiyi ve güzeli fark eden, kaderin mahkumu olmak yerine kaderini yönlendiren, hayata şükretmeyi, teşekkür etmeyi seçen versiyon musunuz?
Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR/Davranış Bilimi Uzmanı