16 Ocak 2013 Çarşamba

Zamanı geldiğinde kayığı terk edebilmek

Kayık tüm zamanlarda en çok kullanılan sembollerden birisi olmuştur. Mesela eski Mısır papirüslerindeki kayıktaki kuş tasviri ölümü, fiziksel dünyadaki bedeni terk edişi simgeler.
Gidişiyle bir hareketi gösteren kayık, her şeyden önce, yolculuğun, belli bir hedefe doğru yol almanın, taşınmanın sembolüdür. Kayık daha çok bireysel yolculuğu simgeler. 
Ne zaman sorunlu bir işin, sorunlu bir evliliğin sonlandığını, mevcut sorunlardan uzaklaşmak için kalıcı şehir veya ülke değişikliği yapıldığı haberini alsam hemen Hint mitolojisindeki kayığın terk edilmesi hikayesi gelir aklıma. Hint mitolojisine göre, “Tirthankaralar'ın karşı kıyıya geçirdiği ölülerden bazıları karşı kıyıya geçtikten sonra da kayığı bir türlü terk etmek istemezler, yollarına, kayığı sırtlarına alarak devam etmek isterlermiş. Dağları tepeleri böyle geçmeye çalışır ve bir süre sonra da yorgunluktan çöküp kalırlarmış.” (Kayık, yalnızca bu hikayeye özgü olmak üzere, burada, bedenini terk etmiş olan varlığın, vazgeçemediği maddi bağlarını, dünyasal alışkanlıklarını ve geri düzeyli duygu ve düşünceler içinde olmaya devam etmesini simgeler.) Kayıklarını ırmağı geçince terk edebilenler ise yollarına rahatlıkla devam ederler.
“Kayıkla yolculuk sembolizminde tutkular denizini aşmaktan söz ediliyorsa, bu deniz yolculuğu, kendisini yeryüzüne bağlayan maddi tutkulardan kurtulma, nefsini yenme serüvenini, yani "huzur adasına yolculuğu” simgeler. Bu adaya varana, yani nefsini yenmiş kimseye, maddi tutkular denizi sularının üzerine çıkmış olmayı ifade etmek üzere "suların üzerinde yürüyen" anlamında narayana denirmiş.”
Hayatın içinde acaba hangi kayıkları zamanında terk edebildik, hangileriniyse farkında olmadan halen sırtımızda taşıyoruz? Bu çok zorlu bir yüzleşme biliyorum. Çok spiritüel geçinen ama güvende kalma duygusuyla sürekli maddi kaygılarla hareket eden, iki yüzlülüğü kendisine gösterildiğinde bunu büyük bir öfkeyle karşılayan dostlarınız yok mu etrafınızda? Benim vardı, yıllar sonra ben ikiyüzlüyüm diye makaleler yazdılar hatta. Bende gülümseyerek ve onlar adına sevinerek okudum. Sonra bindikleri kayığı terk edemeyişlerini izledim ve böyle zamanlarda başkalarını suçladıklarını duydum sıkça. Şimdi nihayet bırakabildiklerini duyduğumda, yine sadece gülümsüyorum.
Hepimizin bir gün bindiğimiz bu kayıklardan inme tercihimiz var, ya da hikayede olduğu gibi vurup sırtımıza altında çökene kadar devam edebiliriz. Sonra çöküş anı geldiğinde de büyük olasılıkla kayığı suçlarız. Okuduğumuz okullar, bizlere çok değerli bilgiler kazandıran öğretmenlerimiz, geçiminizi sağlamak için yaptığımız işler, çalıştığımız şaşalı büyük şirketler, spiritüel olarak bize aydınlanma yaşatan kitaplar ve yazarları, kendimizi daha yakından tanımamıza olanak sağlayan psikologlar, yaşam koçları vs. hep zamanı geldiğinde inip yolumuza onlarsız devam etmemiz gereken tekamül araçlarıdır sadece. Kimseyi ne gözünüzde büyütün derim, ne de yargılayın yaptıklarını acımasızca. Sadece kullandığı tekamül araçlarını zamanında bırakıp bırakamadığına bakın, bakın bakalım hala o koca kayıkları üzerlerinde mi taşıyorlar?
Kayıkla yolculuk sembolünün genellikle farklı anlamlara gelen iki şekilde kullanıldığını fark ettim. Kayık ya ırmağın karşı kıyısına geçmek için, ya da bir ırmağın akıntısı yönünde yol almak üzere kullanılıyor. Siz siz olun sizi sadece karşı kıyıya taşıma görevi olan kayıkları zamanı geldiğini fark ettiğinizde mutlaka geride bırakın ve kendi doğrunuzu yaratmak için onsuz devam edin yolculuğa. Ama birlikte akıntıya kapılabildiğiniz biriyse bu kayık, akıntının en güçlü anlarında daha da sahip çıkın aranızdaki ilişkiye.
Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL