28 Nisan 2017 Cuma

Kahramanın Sonsuz Yolculuğu

Bu hafta “Yüzüklerin Efendisi” ni izledik. Üçlemenin ilk filmi olan “Yüzük Kardeşliği”, Hobbit diyarı Shire'da başlıyor, Orta Dünya'nın kuzeybatısına kadar uzanıyordu. Elf diyarı Ayrıkvadi’de, yüzük taşıyıcısı Frodo Baggins (Yetim), Samwise "Sam"(Hizmetkar), Merry ve Pippin(Gezgin)'in yanı sıra, hobbitlerin müttefikleri ve yol arkadaşları olan (Savaşçılar) Kuzey Kolcusu Aragorn, Gondor Kumandanı Boromir, Cüce Gimli, Elf prensi Legolas ve (Büyücü)Gandalf'tan kurulan “Yüzük Kardeşliği”nin görevi “Güç Yüzüğü”nü dövüldüğü Mordor’a götürüp ateşe atarak yok etmekti.

Kolektif bilinçaltını oluşturan öğelere arketipler dendiğini gölge arketipi üzerinden geçenlerde konuşmuştuk. Bu hafta film üzerinden, kahramanın yolculuğu ve bu yolculuktaki 6 arketipi inceledik.
Mitler üzerine araştırmalar yapan Joseph Campell’in kitabı Bin Yüzlü Kahraman (1949), kadim uygarlıkların oluşturduğu efsanelerin analizini yapar. Kültürler arasında aşılamaz uzaklıklar olsa da, bazı ortak temalara dikkat çeker. Kahraman bütün anlatılarda, dışsal bir yolculuğa çıkar, çeşitli mücadelelerden geçer ve sonunda olgunlaşarak evine döner. 

Hepimizin içinde muazzam bir zenginlik var; bu ona eriştiğimizde hayatta daha büyük başarı ve doyum elde etmemize yardımcı olabilecek bir potansiyeldir. Bazen gruplar insanların cesaretlerini kırıp kendilerini ciddiye almalarını engelleyebilirler. Çünkü gruplar içlerindeki dayanışmayı korumaya çalışırlar. Burada asıl korkulan kahramanca yolculuğun bireyselliği desteklemesidir. Tüm kişisel gelişim çalışmaları özde bizi bu yolculuğa zorladığından, bu tür çalışmalara katılan ya da bireysel destek alan insanlar gruplar tarafından aşağılanırlar. Oysa gelişen insanlar grubun ortak zekasını yukarıya taşıyarak grubun evrilmesine yol açacaklardır.

Masumiyet
Hepimiz bebekliğimize masum olarak başlarız. Çok geçmeden masumiyetten kovuluruz ki, daha sonra ona gelişmiş olarak geri dönebilelim. Masumiyet doğru zamanda, doğru şeyin karşınıza çıkacağına inanıp, onu beklemektir.

Yetimlik
Sürekli eksikliğimiz hatırlatılmış, kendimizi yetersiz ve değersiz hissettirilmişsek, hayatta hiçbir zaman iyi şeyleri hak etmeyeceğimize inandırıldıysak, anlayın ki yetim arketipimiz beslenmiş. Yetim aşamasını aşabilmek için, önce onun tam olarak içine girmeli, acılarımız ve umutsuzluğumuz ile yüzleşmeliyiz. Kendi yaraları üzerinde çalışmayan, onları kabul edip paylaşma cesareti gösteremeyenler başkalarına asla öğüt vermemelidir. Kimse mükemmel değil. Hepimiz daha büyük bir pazılın parçalarıyız.

Gezgin
Gezgin ruhlular başkaları ne düşünecek diye endişelenmektense, kendi doğasını keşfetme yolunda ilerler ve sonunda yepyeni bilgilerle geri dönerler. Unutmayın gezgin yolculukları bulaşıcıdır.

Savaşçı
Savaşçı bize bu dünyada gücümüze sahip çıkmayı ve kimliğimizi öne sürmeyi öğretir. Savaşçı arketipi ancak dengeli bir bilinçle bütünleştiğinde, hırstan çok sevgiyle ilgili olmaya başlar.

Hizmetkar – Fedakar
Hemen herkes almaktan hoşlandığı şeyi verir, diğer kişinin farklı taleplerini göremez. Fedakarlığın dönüştürücü olabilmesi için alınıp kabul edilmesi gerekir. Vermek, verdiğiniz şey alınmadığı sürece dönüşüm yaratıcı olmaz.

Masum
Artık yoğun biçimde gerçek huzur ve doyum anları yaşamaya başladıysanız geri dönüşe hazırsınız demektir. Artık çocuksu bağımlılıklarımızdan kurtulmuşuzdur. Bilge masum yaşamımızı başımıza gelen şeyin değil, başımıza gelen şey hakkında ne düşündüğümüzün tanımladığını bilir.

Büyücü
Büyücü arketipi varoluşsal seçimin sorumluluğunu üstlenmenize yardımcı olur. Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsak, işe kendimizden başlamalıyız. Büyücü arketipi yaşamınızda aktive olduğunda, dünyada bir fark yaratmak için içsel bir çağrı alırsınız. Artık kaderinizin direksiyonuna “siz” geçmeli ve işe bu dünyada sizi en çok rahatsız eden şeyle başlamalısınız.

“Benzemeyenler bir araya gelir ve farklardan en güzel uyum doğar ve her şey çatışmayla ortaya çıkar.” Herakleitos


Filmi bu gözle izlediğinizde aslında fantastik bir hikaye değil de, bizim varoluşsal öykümüzün aktarıldığını anlamak hiçte zor değil.

Sevgiyle ve aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR/Davranış Bilimi Uzmanı/Regresyon Psikoloğu

19 Nisan 2017 Çarşamba

Carl Gustav Jung ve Gölge Etkisi

Psikanaliz alanındaki çalışmalarıyla bir asra damgasını vuran Freud terapinin amacının bilinçaltını bilinçli hale getirmek söylemişti. Ve bir teorisyen olarak bunu çalışmalarının baş hedefi yaptı. Genç çalışma arkadaşlarından Carl Gustav Jung ise içimizdeki bu uzayı araştırmayı hayatının ve çalışmalarının amacı yapacaktı. Jung, Freudyen teoriyle güçlenmiş temelinin yanında mitoloji, din ve felsefe alanlarında derin bir bilgiye sahipti. Özellikle Siyonizm, Kimya, Kabala ve Hinduizm ve Budizm’deki benzerleri  gibi karmaşık mistik geleneklerin sembollemeleri konusunda oldukça bilgiliydi.
Jung ayrıca rüyalar ve zaman zaman görüntülerle ileriyi algılama kapasitesine sahipti. Jung bir bağlantı olduğunu hissetti; bir birey olarak kendisi ve genel anlamda insanlık arasında açıklanamayan bir tür bağlantı vardı. Jung ölüler ile ilgili de pek çok rüya gördü; ölüler, ölülerin toprakları ve ölülerin yükselişi hakkında. Eğer mitolojiyi, geçmişi yeniden anımsayabilirsek, bu hayaletleri de anlayabilecek, ölülerden huzursuz olmayacak ve zihinsel hastalıklarımızı iyileştirebilecektik.
Jung’un teorisi, insan zihnini 3 bölüme ayırır. Bunlardan ilki Jung’un “bilinçli akıl” olarak tanımladığı ego’dur. Bununla yakından bağlantılı ikinci bölüm ise “kişisel bilinçaltı”dır ve o an için bilinç düzeyinde olmayan ama bilinç düzeyine çıkabilecek, akla kolayca getirilebilecek her şeyi içerir. Jung’un insan zihni hakkındaki teorisine eklediği üçüncü bölüm “kollektif bilinçaltı”dır. Bunu ruhsal kalıtım olarak da adlandırabiliriz. Hepimiz bu bilgiyle doğarız. Burası tüm deneyimlerimizi ve davranışlarımızı etkiler, en çok da duygusal olanları. Fakat biz bunu ancak dolaylı olarak, etkilerini görerek anlayabiliriz. İlk görüşte aşk, deja vu (o anı daha önce yaşamışsınız hissi) ve birtakım sembolleri ve bazı mitlerin anlamını hemen fark etme gibi deneyimlerin tümü dış gerçekliğimizin kolektif bilinçaltıyla ani kesişimi olarak düşünülebilir.


Kolektif bilinçaltını oluşturan öğelere “arketipler –modeller” adı verilir. Bir arketip uzaydaki bir kara deliğe benzer; orada olduğunu yalnızca içine çektiği madde ve ışık sayesinde anlayabilirsiniz.
Deneyimlerinin kendilerini kişileştirme eğiliminde olduklarını gören Jung, bu keşfinin sonunda yaşlı bir bilgin ve onun yanındaki küçük bir kızla karşılaşmıştır. “Yaşlı bilgin” bir dizi rüyadan sonra bir tür “ruhsal rehber” haline dönüşmüş; küçük kız ise dişi ruh “anima”yı temsil ederek onun bilinçaltının derinlikleriyle iletişime geçmesinde temel araç olmuştur.  Jung’un anlatımıyla bilinçaltının kapısında derimsi kahverengi bir cüce bekliyordu. Bu, Jung’un egosunun ilkel yoldaşı “gölge” idi.
Gölge Arketipi
Gerçekte gölgenin bir etiği yoktur; iyi ya da kötü değildir, tıpkı hayvanlardaki gibi. Gölgenin sembolleri yılan, ejderha, canavarlar ve şeytanlardır. Gölge çoğu zaman bir mağaranın ya da su dolu bir havuzun; kolektif bilincin girişinde bizi bekler. Bir daha rüyanızda şeytanla mücadele ettiğinizi gördüğünüzde fark edeceksinizdir ki, mücadele ettiğiniz yalnızca kendinizdir.
Jung hakkında söylenecek şeyler bir yazıya elbette sığmaz. Umarım dün birlikte izlediğimiz Debbie Ford’un hazırladığı, Jung'un “Gölge” arketipine dayanan ve bu arketipin, çevreninde etkisiyle tamamlanmasıyla, kişinin yaşamı üzerinde nasıl karanlık bulutlar gibi dolaşmaya başladığını, birçok değerli bilim adamı ve yazarın yorumlarıyla destekleyerek anlattığı sıra dışı belgesel "The Shadow Effect - Gölge Etkisi" hakkında akılda kalıcı bir şeyler aktarabilmişimdir.

Sevgiyle ve Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR/Davranış Bilimleri Uzmanı/Regresyon Psikoloğu

5 Nisan 2017 Çarşamba

İnterstellar – Yıldızlararası

Dün Sinema Salısı’nda Christopher Nolan klasiklerinin arasına giren “İnterstellar – Yıldızlararası” filmini izledik. Film baştan sona bilimsel kuramlara dayanmakta. Bende filmi yorumlamak için bir bilim insanının, fizik alanında çalışmalar yapan Doç. Dr. Kerem Cankoçak’ın yorumlarından faydalandım. Elbette mümkün olduğunca anlaşılabilir olması için bir hayli kısalttım.
Filmde fantezi öğeleri yok. Filme de danışmanlık yapan, solucan deliği kavramının yaratıcısı Kip Thorne “Yıldızlararası'nın Bilimi” kitabında bilimsel kuramları üçe ayırıyor: İlki, kanıtlanmış bilimsel gerçekler (görelilik kuramı, kuantum kuramı vb gibi). İkincisi ise henüz kanıtlanmasa bile kanıtlanacağına kesin gözüyle bakılanlar (örneğin henüz Mars'a insan gönderemediysek de yakın bir zamanda göndereceğimiz kesin). Üçüncü tür bilimsel kuramlarsa, diğer bilimsel kuramlarla çelişmeyen ancak henüz kanıtlanmamış kuramlar (sicim kuramları, 5 veya 11 boyutlu uzay-zaman vb gibi). Bu kuramların doğrulanacağına dair bir kanıt yok elimizde. Ancak diğer kuramlarla uyum içinde olduklarından bunlara fantezi veya hayal ürünü olarak bakamayız.
Kanıtlanmış bilimsel kuramlar
1. Görelilik
Özel görelilik kuramı: Einstein'ın 1905'te ortaya koyduğu özel görelilik kuramı, fizik yasalarının serbest hareket eden tüm gözlemciler için hızları ne olursa olsun aynı olması gerektiğini söyler. Bu basit fikir, kütle ile enerjinin denkliği (E=mc2) gibi çığır açıcı sonuçlara yol açmıştır. Işık hızının yüzde 90'ıyla yol alan cisim durgun kütlesinin iki katına ulaşır. Cisim asla ışık hızına ulaşamaz, çünkü ulaştığında kütlesinin de sonsuz olması gerekir.
Göreliliğin bir diğer önemli sonucu da uzay ve zaman hakkında tamamen yeni bir yaklaşım getirmiş olmasıdır. Eşzamanlılık diye bir kavram artık yoktur. Görelilik kuramı mutlak zaman fikrine son verir. Örneğin aynı yaştaki ikizlerden biri bir uzay gemisine binip, ışık hızına yakın bir hızda başka bir gezegene gitse, dünyadaki ikizinden daha genç olarak geri gelir.
"Şimdiki zaman sadece gelecekteki olayları etkileyebilir, çünkü hiçbir şey ışıktan daha hızlı hareket edemez."  
Genel Görelilik Kuramı: Einstein kütle çekimin diğer kuvvetler gibi bir kuvvet olmadığını, uzay zaman bükülmesinin sonucu olduğunu gösterdi. Gezegenlerin güneş etrafında dönmelerinin nedeni, uzay zamanın içerisindeki kütle ve enerjinin dağılımı nedeniyle bükülmüş olmasıdır.
Genel görelilik kuramı ayrıca zamanın kütle çekime göre faklı aktığını da ortaya koyar. Tıpkı birbirine göre farklı hızlarda hareket eden sistemlerde zamanın farklı akması gibi, farklı kütle çekim etkilerine maruz kalan sistemlerde de zaman farklı akar.
"Uzay yolculuğundaki mürettebat, çok büyük kütleli bir kara deliğin (Gargantua) yakınında bulunan bir gezegene iniş yaptıklarında, tıpkı uzay gemisiyle ışık hızına yakın bir hızda seyrediyorlarmış gibi zaman yavaşlamasına maruz kalıyorlar. Ancak filmin senaryosu gereği gereken dakikada 7 yıllık zaman farkını yaratmak için Kip Thorne - Gargantua'yı neredeyse ışık hızında döndürmek zorunda kalıyor."

2. Kuantum

1900-1930 yılları arası dünyayı algılayışımızı kökten değiştirecek üç kuram ortaya çıktı: Özel görelilik (1905), genel görelilik (1915) ve kuantum mekaniği (1900-1926). Kuantum fiziği, cep telefonlarından DNA'ya her şeyin nasıl çalıştığını açıklayabilir. Çok küçük boyutlarda geçerli olan kuantum mekaniği yasalarına göre, atom altı parçacıkların konumları ne kadar yüksek hassasiyetle ölçülürse, hızları o kadar az hassasiyetle bilinebilir (Heisenberg belirsizlik ilkesi); hem dalga hem parçacık özellikleri gösterirler; devinim sırasında belli bir yörünge izlemezler; verilen bir durumdan diğerine geçerken gözlenemeyen ara durumlar geçirirler. Özetle, mikro kozmosa uyguladığımız doğa yasalarıyla, makro kozmosu değerlendirirken ortaya attığımız doğa yasaları arasında ontolojik bir kopuş söz konusu. Çünkü beynimiz makro kozmosta evrimleşti. Çevremizdeki olaylara tepki vermeye yönelik olarak evrimleşen zihnimiz, atom altı dünyasındaki günlük hayatta alışkın olmadığımız olguları yorumlamakta yetersiz kalıyor.
Evrenimiz aslında temelinde kuantize olmuş durumda. Evrendeki her şey (biz dahil) az ya da çok, rastgele dalgalanmakta. Küçük nesnelerdeki dalgalanmaları hassas aletlerle tespit edebiliyoruz. Ama büyük cisimlerde dalgalanma çok çok az olduğundan tespiti mümkün değil.
3. Karadelikler
Karadelikleri anlamak için fizikte yeni bir kurama, genel görelilikle kuantumu birleştiren bir kurama ihtiyaç vardır. Roger Penrose ve Stephen Hawking'in çalışmaları, genel görelilik uyarınca bir kara deliğin içerisinde sonsuz bir yoğunluğa ve uzay zaman bükülmesine sahip bir tekilliğin olmak zorunda olduğunu gösterdi.
Kara delikler doğrudan gözlemlenemezler ama çevresindeki yıldızları içine çekerken oluşturdukları görüntüler saptanabilir. Kütle çekimsel mercek etkisi adı verilen bu durum da filmde isabetli bir şekilde veriliyor.
"Einstein'ın Görelilik kuramının ortaya koyduğu kara delik yapısının, gerçeğe en yakın gösterimi bu filmde yapılmış."
Bir kara deliğin nasıl oluştuğunu anlayabilmek için öncelikle bir yıldızın yaşam döngüsüne bakmamız gerekir.
Güneş'in kütlesinin 5-10 katı kadar kütlesi olan bir yıldız düşünün. Birkaç milyar yıllık yaşam süresi boyunca hidrojeni helyuma dönüştüren yıldızın merkezinde üretilen ısı yıldızı kendi kütle çekimine karşı desteklemeye yeterli basınç yaratacaktır. Ancak yıldız nükleer yakıtını bitirdiğinde, dışa doğru basıncı koruyacak hiçbir şey olmayacak ve yıldız kendi kütle çekimi nedeniyle çökmeye başlayacak, büzüldükçe yüzeydeki kütle çekim alanı güçlenecek ve kaçıp kurtulma hızı artacaktır. Yıldızın yarıçapı otuz kilometrenin altına inene kadar kaçıp kurtulma hızı saniyede 300.000 kilometreye, ışığın hızına kadar artmış olacaktır ve sonra yıldızdan yayılan herhangi bir ışık sonsuzluğa kaçamayacak, kütle çekim alanı tarafından çekilecektir. Böylelikle yıldız kara deliğe dönüşmüş olur. Kara deliğin sınırına olay ufku denir ki, yaklaşık on Güneş kütlesi kadar kütlesi olan bir yıldız için bu sınır yaklaşık otuz kilometredir.
Kanıtlanmamış bilimsel spekülasyonlar
1. Sicim kuramları ve zaman yolculuğu
Filmin ana teması da aslında kara deliğin içinde neler olup bittiğini bilmememize dayanmakta. Kara deliklere ilişkin alternatif fizik modelleri vardır. Bu modellerden bazıları kuantum kuramıyla kütle çekimi birleştiren, kuantum kütle çekim kuramlarıdır ki, en popülerleri arasında sicim kuramları yer alır.
Sicim kuramına göre madde, titreşen sicim benzeri nesnelerden ve uzay da ekstra gizli boyutlardan oluşur; bilinen her parçacık aslında salınan küçük bir sicimdir ve sicimler farklı şekillerde salınarak farklı parçacıkları meydana getirirler. Sicim kuramı kütle çekimi de açıklayabildiği için çok başarılı bir kuramdır ama henüz spekülasyon düzeyindedir, kanıtlanamamıştır.
Bütün bu bilgilerin ışığında filmin en zor anlaşılan kısmına gelebiliriz. Kara deliğin içinde ne var? Nasıl oluyor da filmin kahramanı başka bir boyuta (ve zamana) geçebiliyor ve bizim yaşadığımız boyutu (ve zamanı) etkileyebiliyor? Şüphesiz işin bu kısmı spekülatif bilime giriyor. Ancak bunun bilimsel bir spekülasyon olduğunu ve her ne kadar kanıtlanmasa da diğer bütün kanıtlanmış bilimsel kuramlarla uyum içinde olduğunu hatırlatalım.
Uzay zamanın bükülebildiğini anlatmıştık. Bu konuda kimsenin bir şüphesi yok. Ancak bu bükülme iki şekilde gerçekleşebilir.
1-) İçinde yaşadığımız 4-boyutlu uzay zamandan başka bir boyut yok ve bükülme uzay zamanın kendisinin bükülmesidir. Büyük Patlamadan bu yana genişleyen evren de, bütün uzay zamanın genişlemesi şeklinde gerçekleşiyor.
2-) Ancak bir açıklama daha var ki, özellikle 1980'lerden sonra kuantum kütle çekim kuramlarının çeşitlenmesiyle birlikte, sicim kuramları, M-kuramı gibi popüler kuramlar tarafından benimsenmekte. O da şu: içinde yaşadığımız uzay zaman, yığın [bulk] adı verilen bir beşinci boyut (diğer tüm boyutları 5. boyut gibi düşünelim) içinde bükülmekte. Dolayısıyla bu açıklamaya göre, "evrenimiz neyin içinde genişliyor?" sorusuna verilecek yanıt "yığının içinde ya da 5. boyutun içinde genişliyor" olacaktır.
Sonuç olarak, filmin kahramanı Cooper yarattığı "dışarı doğru tekillik" tipindeki bir tekillik içine düşerek dört boyutlu küp olan teserakt’a girer ve kütle çekim anomalileri yaratarak geçmişe haber gönderir. Bütün bunlar fantezi değil, şu anki bilimsel bilgilerimizle olası senaryolar. Ama şüphesiz kanıtlanmış bilgiler değil bunlar.
Sonuç olarak bilimsel olan ve birbiriyle zıtlaşmayan bazı önermelerin yine çok zekice sunulduğu, izledikten sonra kafamızın içinde bir sürü sorgulamanın olduğu harika bir film deneyimiydi.
Sevgiyle ve Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL