19 Nisan 2017 Çarşamba

Carl Gustav Jung ve Gölge Etkisi

Psikanaliz alanındaki çalışmalarıyla bir asra damgasını vuran Freud terapinin amacının bilinçaltını bilinçli hale getirmek söylemişti. Ve bir teorisyen olarak bunu çalışmalarının baş hedefi yaptı. Genç çalışma arkadaşlarından Carl Gustav Jung ise içimizdeki bu uzayı araştırmayı hayatının ve çalışmalarının amacı yapacaktı. Jung, Freudyen teoriyle güçlenmiş temelinin yanında mitoloji, din ve felsefe alanlarında derin bir bilgiye sahipti. Özellikle Siyonizm, Kimya, Kabala ve Hinduizm ve Budizm’deki benzerleri  gibi karmaşık mistik geleneklerin sembollemeleri konusunda oldukça bilgiliydi.
Jung ayrıca rüyalar ve zaman zaman görüntülerle ileriyi algılama kapasitesine sahipti. Jung bir bağlantı olduğunu hissetti; bir birey olarak kendisi ve genel anlamda insanlık arasında açıklanamayan bir tür bağlantı vardı. Jung ölüler ile ilgili de pek çok rüya gördü; ölüler, ölülerin toprakları ve ölülerin yükselişi hakkında. Eğer mitolojiyi, geçmişi yeniden anımsayabilirsek, bu hayaletleri de anlayabilecek, ölülerden huzursuz olmayacak ve zihinsel hastalıklarımızı iyileştirebilecektik.
Jung’un teorisi, insan zihnini 3 bölüme ayırır. Bunlardan ilki Jung’un “bilinçli akıl” olarak tanımladığı ego’dur. Bununla yakından bağlantılı ikinci bölüm ise “kişisel bilinçaltı”dır ve o an için bilinç düzeyinde olmayan ama bilinç düzeyine çıkabilecek, akla kolayca getirilebilecek her şeyi içerir. Jung’un insan zihni hakkındaki teorisine eklediği üçüncü bölüm “kollektif bilinçaltı”dır. Bunu ruhsal kalıtım olarak da adlandırabiliriz. Hepimiz bu bilgiyle doğarız. Burası tüm deneyimlerimizi ve davranışlarımızı etkiler, en çok da duygusal olanları. Fakat biz bunu ancak dolaylı olarak, etkilerini görerek anlayabiliriz. İlk görüşte aşk, deja vu (o anı daha önce yaşamışsınız hissi) ve birtakım sembolleri ve bazı mitlerin anlamını hemen fark etme gibi deneyimlerin tümü dış gerçekliğimizin kolektif bilinçaltıyla ani kesişimi olarak düşünülebilir.


Kolektif bilinçaltını oluşturan öğelere “arketipler –modeller” adı verilir. Bir arketip uzaydaki bir kara deliğe benzer; orada olduğunu yalnızca içine çektiği madde ve ışık sayesinde anlayabilirsiniz.
Deneyimlerinin kendilerini kişileştirme eğiliminde olduklarını gören Jung, bu keşfinin sonunda yaşlı bir bilgin ve onun yanındaki küçük bir kızla karşılaşmıştır. “Yaşlı bilgin” bir dizi rüyadan sonra bir tür “ruhsal rehber” haline dönüşmüş; küçük kız ise dişi ruh “anima”yı temsil ederek onun bilinçaltının derinlikleriyle iletişime geçmesinde temel araç olmuştur.  Jung’un anlatımıyla bilinçaltının kapısında derimsi kahverengi bir cüce bekliyordu. Bu, Jung’un egosunun ilkel yoldaşı “gölge” idi.
Gölge Arketipi
Gerçekte gölgenin bir etiği yoktur; iyi ya da kötü değildir, tıpkı hayvanlardaki gibi. Gölgenin sembolleri yılan, ejderha, canavarlar ve şeytanlardır. Gölge çoğu zaman bir mağaranın ya da su dolu bir havuzun; kolektif bilincin girişinde bizi bekler. Bir daha rüyanızda şeytanla mücadele ettiğinizi gördüğünüzde fark edeceksinizdir ki, mücadele ettiğiniz yalnızca kendinizdir.
Jung hakkında söylenecek şeyler bir yazıya elbette sığmaz. Umarım dün birlikte izlediğimiz Debbie Ford’un hazırladığı, Jung'un “Gölge” arketipine dayanan ve bu arketipin, çevreninde etkisiyle tamamlanmasıyla, kişinin yaşamı üzerinde nasıl karanlık bulutlar gibi dolaşmaya başladığını, birçok değerli bilim adamı ve yazarın yorumlarıyla destekleyerek anlattığı sıra dışı belgesel "The Shadow Effect - Gölge Etkisi" hakkında akılda kalıcı bir şeyler aktarabilmişimdir.

Sevgiyle ve Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR/Davranış Bilimleri Uzmanı/Regresyon Psikoloğu

1 yorum:

  1. Belgeselde aklımda kalan bir cümle "olmak istemediğimiz kişi bizim gölgemizdir" olmak istemediğimiz kişilik özellikleri bizde var ve biz bunu başkalarına yansıtıyoruz.

    YanıtlaSil

Yorumunuz için teşekkürler!...