20 Aralık 2017 Çarşamba

Aile Babası - Hayatımızın kırılma anları

Bu hafta Sinema Salısı’nda başrolünde Nicolas Cage’ın oynadığı 2001 yapımı bir film vardı. “Aile Babası”. Tanıtımında “Jack Campbell hayatta işten, başarıdan ve paradan daha önemli şeyler olamayacağını düşünen bir iş adamıdır. Hiç evlenmemiş ve aile kurmamıştır. Bir sabah uyandığında kendini 13 yıl öncesinde terk ettiği kız arkadaşı ile evlenmiş ve 2 çocuğu olan bir aile babası olarak bulur.” diyordu.

Aslında Jack okul sonrası ilişkisine asla zarar vermeyeceğini düşünerek, hatta katkı sağlayacağına inanarak yalnızca bir yıllığına Londra’da yakaladığı bir fırsatı kabul edip gidiyordu. Her seçim anı bir yol ayrımıdır. Belki de o an bir paralel evren yaratıyoruzdur. Bir sabun köpüğü gibi. O evrende burada yaptığımız seçimin tam tersini yaparak ilerliyoruzdur ve bazen hayat meleksi bir dokunuşla bizi kendi paralelimize sokup alternatif hayatımızdan kesitler sunuyor ve neyi kaçırdığımızı görmemizi sağlıyordur.

“Hepimizin geçmişinde değiştirmek istediği bir karar anı olabilir. Ama geçmişi lineer algıladığımızdan o ana fiziksel olarak geri dönemiyoruz. Ama o anda farklı seçim yapan halimizi şimdi de, bizimle paralel bir yerde düşünürsek ve onunla bütünleşebilirsek belki her iki yaşam içinde bir mucize gerçekleştirebiliriz.”

Jack’in fiziksel realitesi; Zengin, Bekar, İlişkisi yok…
Jack’in duygusal realitesi; Sevgisiz, yalnız…
Jack’in düşünsel realitesi; Para olmazsa, huzur da olmaz…

Spiritüel bakışa sahip olanların “hayatınızın ruhsal amacını ancak böyle bulursunuz” dediği, Freud’un çocukluğun “0-5 yaş arasında kazanıldığını” belirttiği, kimilerinin “kader” diye adlandırdığı, hiçbir fikri olmayan sokaktaki herhangi bir insanın “hayatın gerçekleri” diye tanımladığı şeylerin tamamı, aslında size hayatınızın kodunu çözmeniz için gereken anahtardır.

Fiziksel realiteniz ve içinde bulunduğunuz durum, derin düzeyde düşünsel realitenizden kaynaklanır. Fiziksel rahatsızlıklarınız, düşünsel rahatsızlıklarınızın bir yansımasıdır. Fiziksel yalnızlıklarınız, düşünsel olarak ilişkiye hazır olmamanızdan kaynaklanan bir yansımadır.
Filmin sonuna doğru Jack her iki paralel yaşamdan birini seçmek zorunda olmadan, ikisinin de güzel yanlarını alarak yeni bir gerçeklik yaratabilecek adımı atar.

Unutmayın realitelerinizi değiştirdiğinizde, yaşam sizin için yeni kurallarla yeniden başlar.

Sevgiyle ve Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR / Davranış Bilimi Uzmanı / Regresyon Terapisti

6 Aralık 2017 Çarşamba

The Fountain – Kaynak

Salı akşamları sevgili dostlarla seçilmiş filmleri izliyor ve üzerinde biraz sohbet ediyoruz. Geçtiğimiz sene kader, ölümden sonra yaşam, seçimler ve kuantum evreni, olasılıklar, ilişkiler gibi konularda harika filmler izledik. Aslında bu dönemde şunu fark ettim. Haftalar geçtikçe anlayışımız gelişiyor ve bu da bende yeni film seçme konusunda bir stres yaratıyor. Bu film tam bu arada yeniden karşıma çıktı.

Darren Aronofsky’nin bağımsız sinema da Pi ve Requiem of the Dream’le kazandığı başarının ardından ilk kez büyük bir bütçe ile çektiği “The Fountain – Kaynak”.

Öncelikle şunu söylemeliyim. Film üzerine söylenen her şeyi boş verin. Buna tanıtım yazısı da dahil. Çünkü hemen hiç kimse filmin şifrelerini çözmek için çabalamamış görünüyor. Ben haddim olmadan Aronofsky’nin aklına girmeye çalıştım. Sonuç aşağıda J

“Üç farklı zaman biriminde, bir adamın sevdiği kadını kurtarmak için başından geçen bin yıllık serüveni konu almakta”, deniyor tanıtım yazısında. Aslında temelde Tommy Creo (Hugh Jackman) isimli bir bilim adamının, kanser olan eşi İzzy'yi kurtarabilmek için umutsuzca bir tedavi yöntemi keşfetmeye çalışmasını konu alıyor. İzzy (Rachel Weisz) ölüme yaklaştıkça bunun bir son değil de başlangıç olduğunu anlamaya başlıyor. Anlardan keyif alabilmeye, elindeki son dakikaları sevdiği adamla geçirmeye odaklanıyor ve sıkça belirttiği gibi sonrasından korkmuyor. Aksine ölüme doğru yaklaşırken müthiş bir teslimiyetle  romanını tamamlamaya çalışıyor. Romanın konusu 15. yüzyıl İspanya'sının engizisyondan özgürleşebilmesi adına ihtiyacı olan gizli piramidi bulmak için Tomas’ın seçilmesiyle başlıyor. Tomas’ın görevi bu efsane piramidin içinde bulunan Hayat Ağacı’na ulaşmak ve ölümsüzlük verdiği sanılan öz suyunu İspanya kraliçesine getirmektir. (Hayat Ağacı, bilgi ağacıyla birlikte cennetteki iki ağaçtan biridir. İncil’de Adem ve Havva bilgi ağacının meyvesini yedikleri için Hayat Ağacının Yaratan tarafından saklandığından bahsedilmektedir.) İspanyol kraliçesi de ona ağacın özünü getirdiğinde sonsuza kadar birlikte yaşama sözü verir.

Ancak İzzy ölüme yaklaşırken eşine, romanının son bölümünü onun tamamlamamasını vasiyet eder. Bu bir bilim adamı için kanseri tedavi edecek ilacı bulmaktan bile zor bir görevdir. Eşini iyileştirememesi bir yana, onun bıraktığı eseri de tamamlayamaması, Tommy’nin yaşamının sonu geldiğinde, kendisini ölümün kollarına bırakamamasına ve Araf’ta kalmasına yol açar. Duyduğu derin suçluluk onu Araf’ta sürekli eşinin hastalığıyla ve tamamlanmamış kitabıyla yüzleştirecektir.

Her seferinde İzzy sorar: Bitirdin mi? Filmin sonlarına kadar vicdan azabıyla tutuşan Tommy kitaptaki karakterle özdeşleşip macerayı bitirdiğinde, herkesin ruhu serbest kalacaktır.

Yaşamın, ölümün ve sonrasının şiirsel bir şekilde sorgulandığı, Clint Mansell’in eşsiz müzikleriyle harmanlanmış harika bir baş yapıt. Ölümün, vicdan azabının, suçluluk duygusunun bu kadar sanatsal işlenmesi ilham verici.

Hz.Mevlana’nın söylediği gibi: “Beden can çocuğuna gebedir. Beden ölür Can doğar. Ölüm denen olay, sadece ruhun doğum hadisesidir.”

Sevgiyle ve Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR / Davranış Bilimleri Uzmanı / Regresyon Terapisti