Salı akşamları sevgili dostlarla seçilmiş filmleri
izliyor ve üzerinde biraz sohbet ediyoruz. Geçtiğimiz sene kader, ölümden sonra
yaşam, seçimler ve kuantum evreni, olasılıklar, ilişkiler gibi konularda harika
filmler izledik. Aslında bu dönemde şunu fark ettim. Haftalar geçtikçe
anlayışımız gelişiyor ve bu da bende yeni film seçme konusunda bir stres
yaratıyor. Bu film tam bu arada yeniden karşıma çıktı.
Darren
Aronofsky’nin bağımsız sinema da Pi ve Requiem of the Dream’le
kazandığı başarının ardından ilk kez büyük bir bütçe ile çektiği “The Fountain – Kaynak”.
Öncelikle şunu söylemeliyim. Film üzerine söylenen
her şeyi boş verin. Buna tanıtım yazısı da dahil. Çünkü hemen hiç kimse filmin
şifrelerini çözmek için çabalamamış görünüyor. Ben haddim olmadan Aronofsky’nin
aklına girmeye çalıştım. Sonuç aşağıda J
“Üç
farklı zaman biriminde, bir adamın sevdiği kadını kurtarmak için başından
geçen bin yıllık serüveni konu almakta”, deniyor tanıtım
yazısında. Aslında temelde Tommy Creo (Hugh Jackman) isimli bir
bilim adamının, kanser olan eşi İzzy'yi kurtarabilmek için umutsuzca
bir tedavi yöntemi keşfetmeye çalışmasını konu alıyor. İzzy (Rachel Weisz) ölüme
yaklaştıkça bunun bir son değil de başlangıç olduğunu anlamaya başlıyor.
Anlardan keyif alabilmeye, elindeki son dakikaları sevdiği adamla geçirmeye
odaklanıyor ve sıkça belirttiği gibi sonrasından korkmuyor. Aksine ölüme doğru
yaklaşırken müthiş bir teslimiyetle romanını
tamamlamaya çalışıyor. Romanın konusu 15. yüzyıl İspanya'sının engizisyondan
özgürleşebilmesi adına ihtiyacı olan gizli piramidi bulmak için Tomas’ın seçilmesiyle
başlıyor. Tomas’ın görevi bu efsane piramidin içinde bulunan Hayat Ağacı’na
ulaşmak ve ölümsüzlük verdiği sanılan öz suyunu İspanya kraliçesine getirmektir.
(Hayat Ağacı, bilgi ağacıyla birlikte
cennetteki iki ağaçtan biridir. İncil’de Adem ve Havva bilgi ağacının meyvesini
yedikleri için Hayat Ağacının Yaratan tarafından saklandığından
bahsedilmektedir.) İspanyol kraliçesi de ona ağacın özünü getirdiğinde
sonsuza kadar birlikte yaşama sözü verir.
Ancak İzzy ölüme yaklaşırken eşine, romanının
son bölümünü onun tamamlamamasını vasiyet eder. Bu bir bilim adamı için kanseri
tedavi edecek ilacı bulmaktan bile zor bir görevdir. Eşini iyileştirememesi bir
yana, onun bıraktığı eseri de tamamlayamaması, Tommy’nin yaşamının sonu
geldiğinde, kendisini ölümün kollarına bırakamamasına ve Araf’ta kalmasına yol açar.
Duyduğu derin suçluluk onu Araf’ta sürekli eşinin hastalığıyla ve tamamlanmamış
kitabıyla yüzleştirecektir.
Her seferinde İzzy sorar: Bitirdin mi? Filmin sonlarına
kadar vicdan azabıyla tutuşan Tommy kitaptaki karakterle
özdeşleşip macerayı bitirdiğinde, herkesin ruhu serbest kalacaktır.
Yaşamın, ölümün ve sonrasının şiirsel bir şekilde
sorgulandığı, Clint Mansell’in eşsiz müzikleriyle harmanlanmış harika bir baş yapıt.
Ölümün, vicdan azabının, suçluluk duygusunun bu kadar sanatsal işlenmesi ilham
verici.
Hz.Mevlana’nın
söylediği gibi: “Beden can çocuğuna gebedir. Beden ölür Can doğar. Ölüm denen olay,
sadece ruhun doğum hadisesidir.”
Sevgiyle ve Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR / Davranış Bilimleri Uzmanı / Regresyon
Terapisti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler!...