Gidişiyle bir hareketi gösteren kayık,
her şeyden önce, yolculuğun, belli bir hedefe doğru yol almanın, taşınmanın
sembolüdür. Kayık daha çok bireysel yolculuğu simgeler.
Ne zaman sorunlu bir işin, sorunlu bir evliliğin
sonlandığını, mevcut sorunlardan uzaklaşmak için kalıcı şehir veya ülke
değişikliği yapıldığı haberini alsam hemen Hint mitolojisindeki kayığın terk
edilmesi hikayesi gelir aklıma. Hint mitolojisine göre, “Tirthankaralar'ın karşı kıyıya geçirdiği ölülerden bazıları karşı
kıyıya geçtikten sonra da kayığı bir türlü terk etmek istemezler, yollarına,
kayığı sırtlarına alarak devam etmek isterlermiş. Dağları tepeleri böyle
geçmeye çalışır ve bir süre sonra da yorgunluktan çöküp kalırlarmış.”
(Kayık, yalnızca bu hikayeye özgü olmak üzere, burada, bedenini terk etmiş olan
varlığın, vazgeçemediği maddi bağlarını, dünyasal alışkanlıklarını ve geri
düzeyli duygu ve düşünceler içinde olmaya devam etmesini simgeler.) Kayıklarını
ırmağı geçince terk edebilenler ise yollarına rahatlıkla devam ederler.
“Kayıkla
yolculuk sembolizminde tutkular denizini aşmaktan söz ediliyorsa, bu deniz
yolculuğu, kendisini yeryüzüne bağlayan maddi tutkulardan kurtulma, nefsini
yenme serüvenini, yani "huzur adasına yolculuğu” simgeler. Bu adaya
varana, yani nefsini yenmiş kimseye, maddi tutkular denizi sularının üzerine
çıkmış olmayı ifade etmek üzere "suların
üzerinde yürüyen" anlamında narayana
denirmiş.”
Hayatın içinde acaba hangi kayıkları
zamanında terk edebildik, hangileriniyse farkında olmadan halen sırtımızda
taşıyoruz? Bu çok zorlu bir yüzleşme biliyorum. Çok spiritüel geçinen ama güvende
kalma duygusuyla sürekli maddi kaygılarla hareket eden, iki yüzlülüğü kendisine
gösterildiğinde bunu büyük bir öfkeyle karşılayan dostlarınız yok mu
etrafınızda? Benim vardı, yıllar sonra ben ikiyüzlüyüm diye makaleler yazdılar
hatta. Bende gülümseyerek ve onlar adına sevinerek okudum. Sonra bindikleri
kayığı terk edemeyişlerini izledim ve böyle zamanlarda başkalarını
suçladıklarını duydum sıkça. Şimdi nihayet bırakabildiklerini duyduğumda, yine
sadece gülümsüyorum.
Hepimizin bir gün bindiğimiz bu
kayıklardan inme tercihimiz var, ya da hikayede olduğu gibi vurup sırtımıza altında
çökene kadar devam edebiliriz. Sonra çöküş anı geldiğinde de büyük olasılıkla kayığı
suçlarız. Okuduğumuz okullar, bizlere çok değerli bilgiler kazandıran
öğretmenlerimiz, geçiminizi sağlamak için yaptığımız işler, çalıştığımız şaşalı
büyük şirketler, spiritüel olarak bize aydınlanma yaşatan kitaplar ve yazarları,
kendimizi daha yakından tanımamıza olanak sağlayan psikologlar, yaşam koçları
vs. hep zamanı geldiğinde inip yolumuza onlarsız devam etmemiz gereken tekamül
araçlarıdır sadece. Kimseyi ne gözünüzde büyütün derim, ne de yargılayın
yaptıklarını acımasızca. Sadece kullandığı tekamül araçlarını zamanında bırakıp
bırakamadığına bakın, bakın bakalım hala o koca kayıkları üzerlerinde mi
taşıyorlar?
Kayıkla yolculuk sembolünün genellikle
farklı anlamlara gelen iki şekilde kullanıldığını fark ettim. Kayık ya ırmağın
karşı kıyısına geçmek için, ya da bir ırmağın akıntısı yönünde yol almak üzere
kullanılıyor. Siz siz olun sizi sadece karşı kıyıya taşıma görevi olan
kayıkları zamanı geldiğini fark ettiğinizde mutlaka geride bırakın ve kendi
doğrunuzu yaratmak için onsuz devam edin yolculuğa. Ama birlikte akıntıya kapılabildiğiniz
biriyse bu kayık, akıntının en güçlü anlarında daha da sahip çıkın aranızdaki ilişkiye.
Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL