Hepimiz ikinci el insanlar haline geldik. Bunu bize
bir virüs yapmadı. Yüzyıllardır içinde bulunduğumuz, yaratıcılığını
kullanmaktan korkan, düşünen yeni bakış açıları üreten herkese şüphe ve
düşmanlıkla yaklaşan, üretmeyi kopyalamak, konuşmayı laf ebeliği yapmak olarak
algılayan kolaycı, tembel, taklitçi anlayışımız yaptı.
Krishnamurti’nin
“Farkındalığın Işığı” kitabında “hepimiz
ikinci el insanlar haline geldik” diye tanımladığı şey tam da bu.
Senelerce okullara gittik, eğitimler aldık, kitaplar okuduk ve bilgi
biriktirdik. Bu bilgiler elbette başka insanların düşüncelerinden oluşuyordu. Birçok
seminerde “Düşünceleriniz sadece size ait değil” diyerek anlatmak
istediğim şeydi bu. Başta eğitim sistemimiz olmak üzere, yazılmış birçok
kitabın, söylenmiş birçok sözün en önemli sıkıntısı özgünlükten uzak, yaratıcılığa
kapalı, ezberci, taklitçi yapıda olmasıdır. Aslında çoğunlukla neredeyse hepsi “ikinci
el düşünceler”dir.
Düşünceler deneyimle başlar, bilgiye evrilir.
Beynimiz bu bilgiyi sentezleyip hareketleri oluşturur. Buna ister “etki-tepki”
deyin, ister “ne ekersen onu biçersin” fark etmez. Elbette bilgi çok
değerlidir, ama bizi düşünmeye sevk eden, aklımızın dinamiklerini sarsan, doğru
bildiklerimizi unutturabilecek kadar sarsıcı düşünceler korkutucu değil heyecan
verici olmalıdır. Hatırlayın Küçük Prens
bu heyecanı değiş-tokuş için pilotla yaptığı pazarlıkta “Bana bir koyun çiz” diyerek
aratmıştı. Ama bir şartı vardı, büyüklerin ilk görüşte anlayacağı gibi değil, çizilen
resim sadece çocukların anlayabileceği şekilde olmalıydı. Pilotta ona üstünde
delikler olan sandık resmini çizmişti. Küçük Prens böylece kutunun içinde tam da
hayal ettiği koyunu görebilecekti.
Karşılaşabileceğimiz en büyük tehdit aslında
birbirimizi taklit ederek, tekrar döngüsüne girmemizdir. Tekrar mekaniklik
demektir. Zaten mekanik davranmaya eğilimli zihin tekrar döngüsüne girerse,
yüreğiniz ile zihniniz arasında çelişkiler doğar. Bu çelişkiler
yaratıcılığınızı engelleyerek enerjinizi aşağı çeker.
Geçtiğimiz ay Fazıl Say “Beethoven: Complete Piano
Sonatas” Cd setini çıkardı. Bu hazırlığının neredeyse yirmi yıl aldığını
söylüyor. Elbette yorumunun rahatsız ettiği tutucu klasikçiler olduğunu da
ekliyor. Eleştirenlere tüm yazıda anlattığım şekilde cevap vermek isterim. Eğer
kusursuz bir Beethoven yorumu dinlemek isteseydim Paul Lewis veya Igor Levit’i
tercih edebilirdim. İkisi de harika çalmışlardı. Ama ben Fazıl Say’ın
Beethoven’ı nasıl hissettiğini anlamak için onu dinledim. Bence harika bir
yorum. Özgün, yaratıcı ve korkusuz. Mekaniklikten uzak. Fazıl Say’ın sandığın
içindeki koyunu nasıl hayal ettiğini çok güzel anlatıyor.
Yeni şeyler denemekten korkmayın. Bu bizi ikinci el
insanlar olmaktan çıkarabilecek tek formül. İçinizdeki çocuğa izin verin, bu
sizi çok daha eğlenceli kılacak.
Sevgi ve aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR/DBU ve Regresyon Psikoloğu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler!...