Azra Kohen’in kitaplarını eşim rica ettiğinde almış,
ancak pekte dikkatle ele alamamıştım.
Aeden adlı kitabının çıktığını ve farklı
bir evrende geçtiğini okuduğumda benimde başlama zamanım geldiğini anladım. Aeden’in
ilk 50-60 sayfasından sonra durup, daha fazla ilerlemeden üçlemeyi okumaya
karar vermiştim ki, Vodafone sponsorluğunda dizisi çekildi. Önce diziyi izleyip
sonra kitapları okumaya karar verdim.
Dizide Can Manay rolünde Ozan Güven
oyunculuğunun zirvesine çıkmış, Mehmet Günsür her zamanki gibi etkileyici, naif ama aynı zamanda ve çekici. Bence kitaptaki kişilere çok uymuşlar. Duru
rolünde Serenay’ı pek beğenemedim. Kitaptaki kişi ile hem fiziksel, hem de rol farklılığı var.
Merakım beni yeniden kitaplara götürdü.
Üçlemenin
ilk kitabı olan Fi’yi elime alıp okuduğumda ilk 50-60 sayfanın diziyle paralel
olduğunu gördüm. Ardından yazarın karakterler hakkında spoiler’ları başladı.
Yani karakterlerin ileride neler yapacağı, nelere sahip olacağı, kimleri
kaybedip kimlerle yakınlaşacağı gibi pazarlama yöntemleri. Bu spoiler’lar pek
benim tarzım değil. Bu arada zaman zaman kurgusal bazı hatalar dikkatimi
dağıtmadı değil. Örneğin kitabın ana karakterlerinden biri olan Deniz’in ilk
sayfalarda ela olan gözünün 100.sayfa civarında masmavi bakmaya başlaması,
Pi’de ise sarı hareler barındıran yeşile dönmesi bence gözden kaçmaması gereken
yazar ve editör hatalarıydı. Sonra gereksiz bir pornografi ve tarihsel hatalar.
Eğer bir kitapta gerçek tarih hakkında bilgi veriyorsanız, araştırma yapmanızda
fayda var. Yazara göre II.Dünya savaşında 35 milyon insan ölmüş.
Oysa;
“II.
Dünya Savaşı insanlık tarihinin en kanlı savaşıdır. Sona erdiğinde neredeyse
60-65 milyon arası insan ölmüştür. Bunların yaklaşık 30 milyonu Sovyet, 10
milyondan fazlası Çinli, 6 milyonu Yahudi, 6 milyondan fazlası Alman, 3
milyondan fazlası Polonyalı, 2.5 milyonu Japon ve 1.5 milyonu Yugoslav
halklarındandır. Diğerleri daha az sayıda olduğundan ayrıntılarla boğulmayalım.”
Fi bittiğinde diziyi seyretmiş olmaktan çok
memnundum.
Bir çırpıda Çi’yi okudum. Deniz’in Ütopya köyü, yandaş medya,
Amerikan uşağı politikacılar, gezi olayları vs. o döneme ışık tutmaya çalışan
cesur bir kitap olmuş. Ama çok mu gerekliydi, bence hayır. Direk Pi’ye
geçilmesi çok şey kaybettirmez. Pi zamanı. Yazarın bolca hükümet eleştirileri, güneş enerjisinin nasıl faydası olduğu, politikacıların ne kadar pislik içinde yüzdüğü vs. ile Çi’nin devamlılığı sağlanmış.
Ancak yazarın karakterler aracılığı ile okura empoze
etmeye çalıştığı fikirlerin bir kısmına itiraz edemeden geçemeyeceğim. Örneğin “bir kadının ilk kez gördüğü bir erkekle
birlikte olmasının nasıl bir değersizlik ve erdemsizlik olduğu, bir erkeğin
saygı duyduğu bir kadına o kadın istediğini söyleyene kadar asla dokunmaması
gerektiği, hamile bir kadının seksten uzak durması gerektiği, bazı kadınların
sadece seks için bencilce nasıl da hamileliklerini tehlikeye attığı” gibi
bazı görüşleri bence oldukça tartışmaya açık. Bunlar hakkında bilimsel yayın
olsa dahi (ki sanmıyorum), her tez antiteziyle incelenir. Yazar tez-antitez tartışmalarında
bile kendi görüşünü okura empoze etmeye o kadar kitlenmiş ki, okurun yorumuna
olan saygısını yer yer oldukça kaybediyor.
“Terapi deneyimlerimin bana kazandırdığı en
önemli şeylerden biri, danışanlara herhangi bir fikri empoze etmenin yanlışlığıdır.”
Hamilelikte seks konusuna gelirsek;
“Birçok
araştırma göstermekte ki, anne adayı olan kadın eşi tarafından da artık
kutsallaştırıldığında ilişkileri bozulmakta, gereken ilgi ve desteği
görememekte, hatta aldatılabilmekte. Hamilelikte seks yapılmasının hiçbir sakıncası
yoktur (son üç ayda düşük tehlikesi olan kadınlar hariç), çünkü bebeğin amniyo
sıvısı (embriyoyu koruyan ve besleyen sıvı), bütün fiziksel değişiklikleri
içine hapsedecek şekilde yaratılmıştır. Hamileliğin 3-6 ayları arasındaki
II.trimester denilen evrede kadınlarda cinsel istek ve dürtülerde belirgin bir artış
olmaktadır. Aksine eşler arasındaki sevecen yaklaşımla, yapılacak yumuşak bir
seks sırasında annenin salgıladığı seratonin hormonu bebeğin gelişimine çok
daha yarar sağlar.”
Sonuç olarak insanın ancak kendi uyanışıyla
ilerleyebileceğine, tekamül edebileceğine olan yorumlarına, ütopya gibi görünse
de insanlığın bir gün tekrar BİZ’e doğru evrileceğine sonuna kadar katıldığımı
söyleyebilirim. Kurgusal hataları ve bazı yanlış bilgileri editlenir, bazı
şeyler okurun yorumuna bırakılırsa daha keyifli okunur kanaatindeyim.
Sevgiyle ve Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR/Davranış Bilimleri Uzmanı ve Regresyon Psikoloğu