7 Mart 2018 Çarşamba

mother!

Bu hafta Sinema Salısı’nda sarsıcı metaforlarla dolu, bol sembol okumalı, durdurup durdurup üzerine konuştuğumuz bir film vardı. Pi, Requiem For A Dream, The Fountain ve Black Swan gibi filmlerin yönetmeni Darren Aronofsky’nin son filmi “mother!”

İnsanı aptal yerine koyan, zekasını küçümseyen ve her şeyi açıklamaya çalışan filmlerdense alegorik anlatımları severim.
(Alegori; bir görüntü, bir yaşantı veya bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde canlandırıp dile getirme sanatıdır. Soyut bir düşünceyi heykel ya da resim ile göstermek, örneğin adalet düşüncesinin gözü bağlı ve elinde terazi bulunan bir kadınla (Themis) anlatılması gibi.)

Jennifer Lawrence'ın karakteri Doğa Ana'yı, Javier Bardem Yaratıcıyı, Ed Harris ve Michelle Pfeiffer'ın karakterleri Adem ile Havva'yı temsil ediyor. Eve sonradan gelen ve miras kavgasına giren iki erkek ise onların oğulları, Habil ile Kabil'i, doğan bebek ise İsa'yı temsil ediyor. “Yaratılış Kitabı” nın modern bir yorumu aslında. Dinler tarihine özel bir ilginiz yoksa Tevrat ve İncil göndermesi yapan metaforları takip etmek zorlaşabilir.

Yerdeki kanın silinmesine rağmen, yeri delip bodrumdaki ampulü patlatması, işlenen günahın sürekliliğini, çocuğunu kaybeden annenin sevgiyle çarpan kalbinin acıyla yanması ve kristale dönüşmesi Doğa Ana’nın afetlerle kendini yenilemesini sembolize ediyor. Çözülemeyen fenomen J Lawrence'ın içtiği sarı sıvı ise Amerika’nın ilk feminist yazarı Charlotte Perkins Gillman’ın  "Sarı Duvar Kağıdı" adlı öyküsüne gönderme.

Film insanların dünyaya nasıl kötü davrandığını ve Yaratıcının da “kan döküp, fesat çıkarmasına” rağmen insanları affederken, kendisini karşılıksız seven ve her şeyini vermeye hazır olan Doğa Ana’yı sürekli ihmal etmesini anlatıyor.

mother!’da bir yandan insanın Doğa Ana üzerindeki yıkıcı, anarşist etkisi ve Doğa Ana’nın uğradığı mahremiyet ihlali, bunu koruyabilmek için gösterdiği samimi çabaya onun gözlerinden tanık oluyorsunuz, bir yandan da Yaratıcı’nın bu kaostan nasıl beslendiğini, üretime geçtiğini, kitaplarını yazıp insanlara ulaştığını ve okurlarının şuursuz bir inançla ona doğru nasıl aktığını izliyorsunuz.

 “Yıkıcı tutku, aynı zamanda yaratıcı bir tutkudur.” der Bakunin

Aronofsky’nin kahraman olarak kadın karakteri seçmesi, aslında güçsüz ve kaosa meyilli bilinmeye, sevilmeye ihtiyaç duyan eril Yaratıcıyı değil; karşılıksız veren, emniyet ve güven odaklı dişil Doğa Ana’yı tercih ettiğinin göstergesi.

Sevgiyle ve Aşkla kalın,                                                                                                                            Kartal ÖZAL                                                                                                                                            PDR/Davranış Bilimleri Uzmanı/Regresyon Psikoloğu