Bu hafta Sinema Salısı’nda sarsıcı metaforlarla
dolu, bol sembol okumalı, durdurup durdurup üzerine konuştuğumuz bir film vardı.
Pi, Requiem For A Dream, The Fountain
ve Black Swan gibi filmlerin
yönetmeni Darren Aronofsky’nin son
filmi “mother!”
İnsanı aptal yerine koyan, zekasını küçümseyen ve
her şeyi açıklamaya çalışan filmlerdense alegorik anlatımları severim.
(Alegori; bir görüntü, bir yaşantı veya bir
davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde canlandırıp dile
getirme sanatıdır. Soyut bir düşünceyi heykel ya da resim ile göstermek,
örneğin adalet düşüncesinin gözü bağlı ve elinde terazi bulunan bir kadınla (Themis)
anlatılması gibi.)
Jennifer
Lawrence'ın karakteri Doğa
Ana'yı, Javier Bardem Yaratıcıyı, Ed Harris ve Michelle Pfeiffer'ın karakterleri Adem ile Havva'yı temsil ediyor. Eve sonradan gelen ve miras
kavgasına giren iki erkek ise onların oğulları, Habil ile Kabil'i, doğan bebek ise İsa'yı temsil ediyor. “Yaratılış Kitabı” nın modern bir
yorumu aslında. Dinler tarihine özel bir ilginiz yoksa Tevrat ve İncil
göndermesi yapan metaforları takip etmek zorlaşabilir.
Yerdeki kanın silinmesine rağmen, yeri delip
bodrumdaki ampulü patlatması, işlenen günahın sürekliliğini, çocuğunu kaybeden
annenin sevgiyle çarpan kalbinin acıyla yanması ve kristale dönüşmesi Doğa Ana’nın afetlerle kendini
yenilemesini sembolize ediyor. Çözülemeyen fenomen J
Lawrence'ın içtiği sarı sıvı ise Amerika’nın ilk feminist yazarı Charlotte
Perkins Gillman’ın "Sarı Duvar Kağıdı" adlı öyküsüne gönderme.
Film insanların dünyaya nasıl kötü davrandığını ve Yaratıcının
da “kan
döküp, fesat çıkarmasına” rağmen insanları affederken, kendisini
karşılıksız seven ve her şeyini vermeye hazır olan Doğa Ana’yı sürekli ihmal etmesini anlatıyor.
mother!’da
bir yandan insanın Doğa Ana
üzerindeki yıkıcı, anarşist etkisi ve Doğa
Ana’nın uğradığı mahremiyet ihlali, bunu koruyabilmek için gösterdiği
samimi çabaya onun gözlerinden tanık oluyorsunuz, bir yandan da Yaratıcı’nın bu
kaostan nasıl beslendiğini, üretime geçtiğini, kitaplarını yazıp insanlara
ulaştığını ve okurlarının şuursuz bir inançla ona doğru nasıl aktığını
izliyorsunuz.
“Yıkıcı tutku, aynı zamanda yaratıcı bir
tutkudur.” der Bakunin
Aronofsky’nin kahraman olarak kadın karakteri seçmesi,
aslında güçsüz ve kaosa meyilli bilinmeye, sevilmeye ihtiyaç duyan eril Yaratıcıyı değil; karşılıksız veren, emniyet
ve güven odaklı dişil Doğa Ana’yı tercih
ettiğinin göstergesi.
Sevgiyle ve Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL PDR/Davranış Bilimleri Uzmanı/Regresyon Psikoloğu