6 Aralık 2017 Çarşamba

The Fountain – Kaynak

Salı akşamları sevgili dostlarla seçilmiş filmleri izliyor ve üzerinde biraz sohbet ediyoruz. Geçtiğimiz sene kader, ölümden sonra yaşam, seçimler ve kuantum evreni, olasılıklar, ilişkiler gibi konularda harika filmler izledik. Aslında bu dönemde şunu fark ettim. Haftalar geçtikçe anlayışımız gelişiyor ve bu da bende yeni film seçme konusunda bir stres yaratıyor. Bu film tam bu arada yeniden karşıma çıktı.

Darren Aronofsky’nin bağımsız sinema da Pi ve Requiem of the Dream’le kazandığı başarının ardından ilk kez büyük bir bütçe ile çektiği “The Fountain – Kaynak”.

Öncelikle şunu söylemeliyim. Film üzerine söylenen her şeyi boş verin. Buna tanıtım yazısı da dahil. Çünkü hemen hiç kimse filmin şifrelerini çözmek için çabalamamış görünüyor. Ben haddim olmadan Aronofsky’nin aklına girmeye çalıştım. Sonuç aşağıda J

“Üç farklı zaman biriminde, bir adamın sevdiği kadını kurtarmak için başından geçen bin yıllık serüveni konu almakta”, deniyor tanıtım yazısında. Aslında temelde Tommy Creo (Hugh Jackman) isimli bir bilim adamının, kanser olan eşi İzzy'yi kurtarabilmek için umutsuzca bir tedavi yöntemi keşfetmeye çalışmasını konu alıyor. İzzy (Rachel Weisz) ölüme yaklaştıkça bunun bir son değil de başlangıç olduğunu anlamaya başlıyor. Anlardan keyif alabilmeye, elindeki son dakikaları sevdiği adamla geçirmeye odaklanıyor ve sıkça belirttiği gibi sonrasından korkmuyor. Aksine ölüme doğru yaklaşırken müthiş bir teslimiyetle  romanını tamamlamaya çalışıyor. Romanın konusu 15. yüzyıl İspanya'sının engizisyondan özgürleşebilmesi adına ihtiyacı olan gizli piramidi bulmak için Tomas’ın seçilmesiyle başlıyor. Tomas’ın görevi bu efsane piramidin içinde bulunan Hayat Ağacı’na ulaşmak ve ölümsüzlük verdiği sanılan öz suyunu İspanya kraliçesine getirmektir. (Hayat Ağacı, bilgi ağacıyla birlikte cennetteki iki ağaçtan biridir. İncil’de Adem ve Havva bilgi ağacının meyvesini yedikleri için Hayat Ağacının Yaratan tarafından saklandığından bahsedilmektedir.) İspanyol kraliçesi de ona ağacın özünü getirdiğinde sonsuza kadar birlikte yaşama sözü verir.

Ancak İzzy ölüme yaklaşırken eşine, romanının son bölümünü onun tamamlamamasını vasiyet eder. Bu bir bilim adamı için kanseri tedavi edecek ilacı bulmaktan bile zor bir görevdir. Eşini iyileştirememesi bir yana, onun bıraktığı eseri de tamamlayamaması, Tommy’nin yaşamının sonu geldiğinde, kendisini ölümün kollarına bırakamamasına ve Araf’ta kalmasına yol açar. Duyduğu derin suçluluk onu Araf’ta sürekli eşinin hastalığıyla ve tamamlanmamış kitabıyla yüzleştirecektir.

Her seferinde İzzy sorar: Bitirdin mi? Filmin sonlarına kadar vicdan azabıyla tutuşan Tommy kitaptaki karakterle özdeşleşip macerayı bitirdiğinde, herkesin ruhu serbest kalacaktır.

Yaşamın, ölümün ve sonrasının şiirsel bir şekilde sorgulandığı, Clint Mansell’in eşsiz müzikleriyle harmanlanmış harika bir baş yapıt. Ölümün, vicdan azabının, suçluluk duygusunun bu kadar sanatsal işlenmesi ilham verici.

Hz.Mevlana’nın söylediği gibi: “Beden can çocuğuna gebedir. Beden ölür Can doğar. Ölüm denen olay, sadece ruhun doğum hadisesidir.”

Sevgiyle ve Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR / Davranış Bilimleri Uzmanı / Regresyon Terapisti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler!...