“Yeni
Alman Sineması” akımının
en önemli yönetmenlerinden Wim Wenders için, Alman sinemasının
özüne fotoğrafın “aurasını” yerleştiren yönetmen
deniyor. Görüntüleriyle o kadar çok şey anlatmayı başarıyor ki,
“zamanı görüntü ile yazabilen” yönetmen diye anılıyor. Bu tekniğiyle
izleyiciler üzerinde olağanüstü bir etki bırakan Wenders, “manzara
artık sadece hikayenin içinde geçtiği arka plan olmaktan çıktı.Manzara bir
dekor değil, bir anlatıcı oldu.” diyor.
Bu tekniğini;
yabancılaşma, yalnızlık, yolculuk (çoğunlukla içsel yolculuk) gibi
konularla birleştirmeyi tercih eden yönetmenin “Arzunun Kanatları
- Wings of Desire” (Berlin Üzerine Gökyüzü) filmi, sinemasının
bütün özelliklerini içinde taşıması bakımından onu en iyi anlatan filmlerin
başında geliyor. Yapım şirketi “Berlin Road Movies”, Zülfü
Livaneli'nin “Yer demir, Gök bakır” filminin de yapımcısıymış.
Filmde fonda bazen Livaneli ezgileri duymamız bundanmış.
Berlin
Üzerine Gökyüzü,
ölümsüzlükten ve sonsuzluktan sıkılmış iki yalnız meleğin gözünden bütün
Berlin’i ve Berlin’deki insanların yaşamlarını anlatıyor. Melekler etrafta
gezinirken biz de onların kulaklarından insanların sorunlarını dinliyoruz.
Harika bir şiirle
başlıyor;
“çocuk, çocukken;
kollarını sallayarak yürürdü.
derenin ırmak olmasını isterdi, ırmağın da sel ve su birikintisinin de deniz olmasını.
çocuk çocukken; çocuk olduğunu bilmezdi.
her şey yaşam doluydu ve tüm yaşam birdi.
çocuk çocukken, hiçbir şey hakkında fikri yoktu.
ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi.”
derenin ırmak olmasını isterdi, ırmağın da sel ve su birikintisinin de deniz olmasını.
çocuk çocukken; çocuk olduğunu bilmezdi.
her şey yaşam doluydu ve tüm yaşam birdi.
çocuk çocukken, hiçbir şey hakkında fikri yoktu.
ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi.”
Çocuk, saflığın
sembolü Damien’e göre. Bu saflıkları aynı zamanda dünyayı anlamayı, görünenin arkasına
bakmayı ve o büyülü gerçeği görmelerini de sağlıyor. O yüzden ki sadece
çocuklar melekleri görebiliyor. Ve çocuklar sorulamayanı soruyor; Ben
neden benim, neden buradayım orada değilim? Zaman ne zaman başladı, uzayın sonu
neresidir?
Melek Damiel var
olmaya duyduğu derin tutkuyu;
“Kağıt
oynanan bir masaya oturmak, selamlanmak. Bir baş işareti yeter. Şimdiye kadar
katılmış olsak da göstermelikti. Sonra göstermelik olarak balık tuttuk. Hemen
bir çocuk yapıp ağaç dikmek istiyorum demiyorum, ama uzun bir günden sonra eve
gelip kediyi beslemek güzel olurdu. Ateşinin çıkması, gazeteden parmaklarının
boyanması, sadece ruhsal olarak değil, gerçek bir yemekle beslenmek. Yalan
söylemek, istediğin kadar...”
diye anlatırken sahip
olmadığımız neden bahsediyor?
Sonra sirkte çalışan
Marion’un varoluşsal problemine onun gözünden şahit oluyoruz.
“Zaman
her şeyin ilacıdır, fakat ya zaman hastalığın kendisiyse?
Her şey öylesine boş, uyumsuz ki… Boşluk, korku… Korku… Korku… Ormanda kaybolmuş bir hayvan gibi… Kimsin sen, artık bilmiyorum.
…Berlin… Burada bir yabancıyım, ancak çok tanıdık geliyor.”
Trafik kazası geçiren adamda olduğu gibi, ölmeden önce hayatımız bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiyor olabilir. Ama belki o anda bu anları, başımızı okşayan bir melek hatırlatıyordur.
Her şey öylesine boş, uyumsuz ki… Boşluk, korku… Korku… Korku… Ormanda kaybolmuş bir hayvan gibi… Kimsin sen, artık bilmiyorum.
…Berlin… Burada bir yabancıyım, ancak çok tanıdık geliyor.”
Trafik kazası geçiren adamda olduğu gibi, ölmeden önce hayatımız bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiyor olabilir. Ama belki o anda bu anları, başımızı okşayan bir melek hatırlatıyordur.
Ve o son sahnede ki
muhteşem buluşmada, hayatı boyunca gerçek aşkı kovalayan Marion;
“Bir kez
olsun ciddi olmalı. Çok yalnızdım ama hiç tek başıma yaşamadım... Bu insanlar
benim ailemdi, ama başkaları da olabilirdi… Taksi şoförünün kızı benim
arkadaşımdı, ama yerine kollarımı bir atın boynuna da dolayabilirdim? Bana
ister bak ister bakma, ister elini ver ister verme... Hiç yalnız kalmadım, ne
tek başınayken ne de biriyle birlikteyken. Aslında artık yalnız olmak isterdim,
çünkü yalnızlık şu demektir; artık bir bütün... İkimiz iki kişi olmaktan da
öteyiz, bir şeyleri oluşturuyoruz. İkimizin hikayesinden daha büyük bir hikaye,
erkeğin ve kadının hikayesi. Dün gece rüyamda o yabancıyı gördüm; kocamı. Ben
bir tek onunla yalnız olabilirim. Biliyorum o sensin...” diyor. En azından sonu 10 yıl sonra çekilen
benzeri “Melekler Şehri” kadar umutsuz bitmiyor.
Sevgiyle ve aşkla
kalın,
Kartal ÖZAL
PDR/Davranış Bilimi
Uzmanı/Regresyon Psikoloğu