En büyük yalnızlık
insanın kalabalık içinde hissettiği yalnızlıktır ve kalabalık ne kadar artarsa
o kadar şiddetlenir yalnızlığı insanın. Sanki bedeni bile terk etmeye başlar
insanı. Önce sesi gider, kısılır kalır, ardından sıcaklık basar her yanı, teninin
rengi değişir, sanki havadaki oksijen bile çekilir gider. Elleri terk eder
sonra insanı, sanki ruhu çekilir insanın, o bile gider. En büyük yalnızlık
insanın sevdiklerinin yanında hissettiğidir. Ben kalabalık bir ailede büyüdüm
ve yıllarca babamın yanında yalnız hissettim kendimi. Terk edilmiş hissettim.
“Beni
sevmediğin zamanlarda, Alıştım susmaya
Hiç ağlamadım, ağlamadım, Alıştım susmaya,
Hiç ağlamadım, ağlamadım, Alıştım susmaya,
Çok zor
bazen nefes alabilmek”
diyor Emre Aydın bir şarkısında ve bir başkasında,
“Gülüşlerim
vardı benim … Ben kimim, ben neredeyim ?
Tam karşıya geçerken bıraktığın o el benim”
Tam karşıya geçerken bıraktığın o el benim”
diyor. İşte tamda bu duyguydu hissettiğim, tamda caddenin
ortasında sanki bırakmıştı elimi, yapayalnız kalmıştım. Hiç kimse veya hiç bir
şey dolduramamıştı içimdeki boşluğu. Kalbimde bir enfarkt alan oluşmuştu,
hissetmiyordu artık. Sanki tek taraflı fesih etmişti aramızdaki anlaşmayı babam.
En sevdiğim kitaplardan
biri Gabriel Garcia Márquez’in “Yüzyıllık
Yalnızlık” kitabıdır. Bir çocuğun kocaman bir evdeki hikayesini anlatır. Yıllar
sonra fark ettim anlaşmaya uymayanın kendim, asıl yalnızın olanın babam
olduğunu. Seneler boyunca hissettiğim yalnızlık işte o zaman kalktı üstümden, bununla
birlikte farkındayım ki hala korkarak sarılıyorum ona. Hala beni fark edecek mi
acaba diye düşünüyorum, yoksa “Allahaısmarladık”
bile demeden çıkıp gidecek mi? Márquez veda mektubunda “Yeni doğan küçük bir bebeğin,
babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle
mahkum ettiğini öğrendim” diyor aynı veda mektubunda…
“Eğer tanrı bana
birazcık can verse ve ödüllendirse yeniden, aklımdan geçen her şeyi dile
getiremeyebilirdim belki, ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla
aklımdan geçirirdim. Eşyaların maddi yönlerine değil, anlamlarına değer
verirdim. Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Eğer tanrı bana
birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu
değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım. Eğer bir yudumluk yaşamım daha olsaydı
karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylerdim. İnsanlara,
yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü
insan aşkı bırakınca yaşlanır aslında. Çocuklara kanat verirdim ama uçmayı
kendi başlarına öğrenmelerine olanakta sağlardım. Yaşlılara ise ölümün
yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim. Ey insanlar! Sizlerden
ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri
görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini
öğrendim. Sizlerden çok şey öğrendim ama bu öğrendiklerim pek işe
yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. Mutsuz bir şekilde...
artık ölebilir miyim?” de diyor…
Yuvaya mutlu ve görevi
tamamlamış olmanın haklı gururuyla dönebilmek için sevdiklerinize, hatta
sevemediklerinize de yeni bir gözle bakın ve anlaşmaya uymayanın kendiniz
olabileceğini unutmadan dönün yüzünüzü güneşe. Sadece bedeninizi değil,
ruhunuzu da açın tüm çıplaklığıyla korkusuzca. Ne olur kendinizi çok zorlamayın,
bırakın, unutmayın en güzel şeyler onları en az beklediğiniz zaman gelir. Sadece
ana bırakın kendinizi.
Mutlu bayramlar…
Sevgiyle ve aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler!...