Dün Before
Sunrise ve Before Sunset’in
ardından üçlemeyi tamamlayan “Before
Midnight / Geceyarısından Önce” yi izledik. Diğer iki filmde olduğu gibi bu filmde de öne
çıkan şey yönetmenin basit ve doğal diyaloglarla ilerleyerek, samimi bir
akıcılıkla analizler yapması. İzleyenler bilir, ilk filmde trende, Celine ve
Jesse'nin yolu kesişmiş ve ikilinin ağzından şu diyalog dökülmüştü.
- Hiç çiftlerin yaşlandıkça birbirlerini duyma
yetilerini kaybettiklerini duymuş muydun?
- Hayır.
- Erkekler tiz sesleri, kadınlar da pes sesleri duyma
yetilerini kaybediyorlarmış. Birbirlerini etkisiz kılıyorlar herhalde.
- Herhalde. Doğa, çiftlerin birbirlerini öldürmeden
birlikte yaşlanmalarını bu şekilde sağlıyordur.
İşte üçüncü filmde önceliklerin farklılaşmasıyla, Before Sunrise ve Before Sunset’deki romantikliğin ardından, gece yarısının tüm
çıplaklığı ortaya çıkmış. Ruhsal olarak da tümüyle çıplak kalınmış. Üçlemenin
en gerçekçi olanı, hayatın içinde ki asıl dramları basit bir dille ama oldukça
açıkça işlemiş. Çiftin arasındaki tartışmalar çoğalmış, kırgınlıklar artmıştır.
Filmin son bölümünde tipik bir karı-koca kavgası
var. Kadın bir ara diyor ki;
“Bir yere mi gidiyoruz, sen kendi
eşyalarını topluyorsun, ben kalan her şeyi.” ve
ekliyor. “Siz erkeklerde neyi seviyorum biliyor musun? Hala sihre
inanıyorsunuz. Küçük periler çorapları topluyor, küçük periler bulaşık
makinesini boşaltıyor, küçük periler çocuklara güneş kremi sürüyor. Küçük
periler yemek pişiriyor. Küçük periler, küçük periler.”
Ekleyeyim, bence alışverişi de onlar yapıyor. Bu
nedenle de akşam işten eve yorgun geldiğimizde şımartılması gerekenin kendimiz
olduğunu düşünüyoruz. Kadınlar bütün gün evde ne yapıyor olabilir ki? Baksanıza
bütün işleri küçük periler yapıyor.
Evet, itiraf ediyorum. Biz erkekler o küçük perilere
hala inanıyoruz.
Nerede gerçekten o mantıklı, akılcı, gerçekçi erkek?
Kazandığı para yaşadığı hayata yetmediğinde, çocukların sorumluluğunu paylaşmak
gerektiğinde, hayat elimizden bir kelebek gibi uçup giderken televizyonun mu,
bilgisayarın mı yoksa telefonun mu arkasında saklanıyoruz? Hayat hiçte teoride ki gibi ilerlemiyor. Biz
erkekler o küçük perilere hala inanıyoruz da, üç kuruşu otuz kuruş gibi
harcayabilen evimizdeki gerçek simyacıyı gözden kaçırıyor, ona teşekkür etmeyi
ihmal ediyoruz.
Yine sona doğru Jesse'nin en az eşi kadar tükenmiş
ve kırılmış olsa da, gönlünü almak için yaratıcı bir şekilde çabalaması, tüm
çiftlere çok iyi bir örnek. “Gelecek regresyonu yaptığımız kişiler için
çok tanıdık gelmiştir.”
Burada filmin sonunda Jesse'nin sözleri etkileyici;
“Bir
sürü saçmalığına katlanıyorum. Ama her seferinde köpek gibi geri geleceğimi
sanıyorsan yanılıyorsun. Gerçek aşkı mı istiyorsun? İşte bu o. Bu gerçek hayat,
kusursuz değil ama gerçek. Eğer bunu göremiyorsan körsün demektir. Ve pes
ederim.”
Neyse ki Celine'de de, tüm idealizmi kızgınlığını
uzun süreyle sürdürme eğilimi olsa da, ilişkiyi toparlama isteği ağır basıyor.
Elbette kestirip atmak her zaman en kolayı, zor olan toparlamak, o an o güce
sahip olabilmek.
Tüm kadınlara en derin saygılarımla. Bu dünya
sizinle çok daha güzel!...
Sevgiyle ve Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı
Çok güzel yazmışsınız anlatmışsınız Kartal Hocam.
YanıtlaSilfilm çok gerçekçi hayatın içinden. Beklediğimiz hayali mutluluk oyunu, olarak sabun köpüğü olarak çekilmemiş bu film çok gerçek. Yemek, içki ve sohbetin olduğu kalabalık şirin yemek masasında herkesin söz aldığı, kendini anlattığı, birbirlerini dinlediği, özgürce konuştuğu yemek yenilen masa sahnesi çok güzeldi. Sanki o masanın bir köşesinde olmak içkimi yudumlamak sohbete katılmak istedim. Bir de Celline'nin dediği bir cümle vardı; bu kadar değişime tanık olduktan sonra halen benimle 56 yıl evli kalmak ister miydin?