29 Kasım 2017 Çarşamba

Sonsuzluk Ormanı – Bir Araf Hikayesi

“AOKIGAHARA” Japonya’da Fuji dağını çevreleyen bir orman. Ağaç denizi diye de adlandırılıyor. Her yıl dünyanın her yerinden insanlar bu ormana intihar etmeye geliyorlar. Bazıları vazgeçip dönse de, 100 ün üstünde insan her yıl bu ormanda ölüyor.

“The Sea of Trees - Sonsuzluk Ormanı” filmi hikayeye buradan başlıyor. Filmin erkek oyuncusu karısının beklenmedik ölümünü atlatamayıp ona verdiği sözü tutarak ölmek için mükemmel yer olarak tanımlanan bu ormana geliyor. Ancak bu ormanda ölmeye gelen bir başkasıyla karşılaşıyor. Bu kişiyi “Ken Watanabe” oynamış. Bence çok etkileyici bir performansı var. Filmin büyük bölümü bu iki kişinin ormandan çıkılabilecek yolu aramaya çalışmasıyla geçiyor. Ancak elbette anlatmak istediği şey bu kadar değil.

Öncelikle ilişkilere odaklanıyor. Hep söylerim, biten ilişkilerin sonunda genelde kötü şeyleri hatırlarız. Bu egomuzun acımızı azaltarak bizi hayatta tutma çabasından kaynaklanır. Oysa elbette birçok güzel anıya da sahibizdir. Az getirisi olan bir işte çalışan akademisyen erkek “Matthew McConaughey”  ve tüm ödemeleri üstüne almak zorunda kalan emlakçı kadın “Naomi Watts” filmin iki ana karakteri. İlişkilerinin son anlarında iletişimlerinin artık ne kadar azaldığına, birbirlerine neredeyse olumlu hiçbir şey söyleyemediklerine ilişkin sahneler oldukça yalın. Bazen konuşurken diliniz zehir taşımaya başlar ya, hani ağzınızı açsanız sokarsınız karşınızdakini. Tam da bunu yapmaktan, birbirleriyle neden birlikte olduklarını unutmuş haldelerken kadın hastalanıyor ve tüm sorunlar rafa kalkıyor.

Hayat “Biz” olduğumuzu hatırlatmak için “Ben” lerin tehdit altına alınmasını sağlar. 

“Ben” bir kez tehdit edildi mi, her şey ve herkes onun etrafında kilitlenir. Diğer her şey önemini yitirir. Bu bizim buraya neden geldiğimizi anlamamız için bir fırsattır aslında. Bazen görünenlerin arkasında çok önemli mesajlar yatar. En önemli şeyin gerçek sevgi olduğu gibi. Kişi her şeyi ve herkesi saf sevgiyle kabul edebilir, yargılamaktan, eleştirmekten vazgeçebilir ve samimiyetle özür dileyebilirse her şey kendiliğinden çözülür. Eğer bunu yapamazsak ölüm bile bir çıkış olmaz, “Araf” ta sıkışır kalırız. Tamamlanamamışızdır çünkü, bir şeyler eksiktir, doğru parçayı bulmadan ve onu düzeltmeden dünyadan ayrılmamız mümkün değildir. 


Sonsuzluk Ormanı filmde “Araf”ı simgeliyor. Kefaretler ödenmeden ruhlar serbest kalamıyor çünkü.
Film hakkında yapılan her tür eleştiriyi bir kenara bırakın ve izleyip kendi kararınızı verin. Harcadığınız her dakikaya değecek bence.

Sevgiyle ve Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR / Davranış Bilimi Uzmanı / Regresyon Terapisti

15 Kasım 2017 Çarşamba

Gerçekten affetmek, kendimize verdiğimiz en büyük armağandır.


Yaşarken karşılaştığımız olayların tekamül sürecimizdeki deneyimler için planlanan, çok ince düşünülmüş ve muhtemelen fikrimizin bile alındığı ilahi planlar olduğunu unutuyoruz. Bunun farkındalığını hatırlamak bile “affetme” eylemini sıradanlaştırabilir. En iyi öğretmenimiz bazen en kızdığımız kişiler değil miydi? Onlar bizi zorluyorlardı, doğru. Ama bütün dertleri, var olan potansiyelimizin hepsini ortaya koyacak cesarete sahip olabilmemizi sağlamaktı sadece. Çünkü yılsonunda karneyi verirken bizimle gurur duyanlarda onlardı. En büyük derslerimiz, bize en çok acı veren olaylardan çıkmıyor mu? En büyük affediş yaşanılanlardan gerekli dersi almaktır, içsel sınırımızı çizmek, kendimize değer vermek, kendimizi sevmek ve özsaygımızı geliştirmektir. Bu farkındalığı bize öğreten kişi ve olaylara teşekkür edebilmek demektir. 

“Gerçekten affetmek, kendimize verdiğimiz en büyük armağandır.”

“Sana affedilmeyecek kadar büyük hata yapan birine akıl sınırlarının bittiği yerden başlayacak ceza vermek istiyorsan, bütün samimiyetinle «AFFET». Hissedilen her şeyi arşivleyen «KADER» kendisiyle en iyi biçimde ilgilenecektir.” Şems'i Tebrizi

“Niçin affetmek, geçip gitmiş acıları bırakmak bu kadar zor?” diye soruyorsanız,  Osho cevaplıyor. “İnsanlar nefret ettikleri şeyleri taşırlar. Nefretlerinin içinde yaşarlar. Yaralarına sürekli parmak basarlar ki bu sayede iyileşmesin; iyileşmesine izin vermezler, çünkü onların tüm hayatı geçmişlerine bağlıdır.”
İnsan sürekli kendisiyle konuşan ve kendisini yargılayan bir varlıktır.  “Şişman görünüyorum. Çirkinim. Aptalım. Yaşlanıyorum. Saçlarım dökülüyor. Hiçbir şeyi anlayamıyorum. Asla yeterince iyi olamayacağım, asla mükemmel olamayacağım.”

“Günah kendi doğanıza karşı yaptığınız her şeydir.” Don Miguel Ruiz

Şimdide yaşamaya başlamadıkça, geçmişi unutmayı ve bağışlamayı başaramazsınız. Geçmişte olan her şeyi unutup bağışlamanı öneremem; ama şimdide yaşarsanız neler olabileceğini söyleyebilirim.  Şimdinin içinde olmanın mutluluğunu hissetmeye başladıkça, herkesin yapmaya devam ettiği geçmişe gidip durmayı bırakırsınız. Unutmak ve bağışlamak zo­runda kalmazsınız, çünkü kendiliğinden ortadan kaybolur. Şimdi size farkındalık kazandırır. Her şeyin arkasındaki sır çözülür. Işığın kendisi olduğunuzu fark etmeye başlarsınız. Büyük planı görür, okyanusun içine kendinizi bırakır, “Bir” olursunuz.
Yöntemlerden biri, “Özür dilerim” ve “Lütfen beni affet” demektir. Bunu bir şeyin – ne olduğunu bilmediğiniz bir şey – beden/zihin sisteminize girmiş olduğunu kabul etmek için söylersiniz. Tanrı’dan sizi affetmesini istemiyorsunuz; Tanrı’dan sizin kendinizi affetmeniz için size yardım etmesini istiyorsunuz. Bundan sonra, “Teşekkür ederim” ve “Seni seviyorum” dersiniz. “Teşekkür ederim" dediğiniz zaman, minnettarlığınızı ifade etmiş olursunuz. “Seni seviyorum” tıkanık enerjinin akmasını sağlar. Sizi Tanrı’ya bağlar. Sıfır konumu saf sevgi ve sıfır limiti olduğu için, sevginizi ifade ederek o konuma gelmeye başlarsınız.
Bu rica (dua) ho’oponopono olarak adlandırılır ve her dinde rastlanabilir, çünkü “her inançta, işlediğimiz  suçlar için bağışlama teması vardır.

Bir başka yöntem elbette olumlama yapmak.
“Sana karşı duyduğum ve beni yıpratan tüm olumsuz duygularımdan arınmaya ve seni affetmeye niyet ettim. Seni şu anda affetmeyi kabul ediyorum. Bu dünyada yaşamımda oyun arkadaşım olduğunu kabul ediyorum. Seninle yaşadığım her şeyin benim yüce hayrıma olduğunu kabul ediyorum. Gerekli derslerimi aldım. Artık seni sevgiyle serbest bırakıyorum.
Seni ve kendimi affediyorum.”


Başkasında gördüğünüz her şeyin içinizde de olduğunu unutmayın, dolayısıyla bütün iyileştirme olayı kendinizi iyileştirmektir. İyi yönetilememiş her hüzün, “ruhu yoran ne varsa” sonra size kilo aldırabilir L Demedi demeyin.

Sevgiyle ve aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR/Davranış Bilimi Uzmanı/Regresyon Psikoloğu