Ben Aralık ayında doğmuşum. Aileye
ilk gelen torun olup birde erkek doğunca ilk iki yıl, deyim yerindeyse el
üstünde büyütülmüşüm. Doğduğum andan itibaren çevremdekiler koruma ve kollama
içgüdüsüyle sıkıca sararak giydirmişler, maşallah bolca da yedirmişler. Tabi bu
duruma vücudum hemen reaksiyon göstermiş. Alerji ataklarım başlamış, her yerim
kabarıp duruyormuş. Sonrasında nerdeyse iki yaşıma kadar gitmediğimiz doktor, profesör
kalmamış İstanbul’da. Durumumda bir gram ilerleme olmadığı gibi sürekli geriye
gitmiş. Derken bir komşunun tavsiyesiyle Bahçelievler’de bir pratisyen hekimin
muayenehanesine götürmüşler. Doktor beni görünce hem annemi, hem de babaannemi
bir güzel kalaylamış haliyle.
“Ne yapıyorsunuz bu
çocuğa hanımlar?” demiş, “Lahana gibi
giydirmişsiniz. Acil çıkarın üzerindekileri, bu çocuğun teni nasıl hava alır?”.
Böylece doğumdan sonra başlayan aşırı korumacı, yaz gününde
yün içlik günlerim alerjilerimle birlikte sona ermiş. Yıllarca atlet giymekten
nefret ettim. Ben neden olduğundan çok emin değildim, ama tenim biliyordu
başına geleni. Ama bedenimin hafızasına kaydedilen “Üşürsün” düşüncesinin getirdiği bronşiti ortaokula kadar taşıdım
üstümde. (Şimdi her kar yağdığında biraz
üşümek için kazakla dışarı çıkmama eşim çok şaşırıyor).
Peki, benliğimizin durumu farklımı
sanki? Üzerinize kaç kat giyindiğinizi fark ettiğinizde afakanlar basmıyor mu
sizi de? Ardından alerjik reaksiyonlar, egzamalar, vitiligolar, fobiler, nedeni
belirlenemeyen ağrılar, hastalıklar gelmiyor mu? Her yeniden doğuşumuzda yeni
elbiseler giyip geliyoruz hayata. Ama bazen yün içlikler gibi bazı yaralarımızı
da, ruhsal bedenimizin hafızasında taşıyoruz. Sonra sorunu çoğu zaman bu yeni
elbiselerde arıyoruz. Tam üstümüze oturmadığından şikayet ediyoruz durmadan.
Terziden şikayet ediyoruz bazen. “Küsüyoruz
hatta terzilere, başkaları ipek kaftanla gezerken neden bizim üzerimizde iki
beden büyük ya da küçük elbiseler olduğunu anlayamadığımızdan.” Sonra doğar doğmaz bizi ruhsal olarak da
giydiren yakın çevremizde arıyoruz hatayı. Öyle ya, özenle, dikkatle
giydirselerdi belki de bu sorunları yaşamazdık. Ardından biraz cesareti olanlar,
başlıyorlar üzerlerine giydirilen, ama kendilerine ait hissetmedikleri ruhsal
elbiseleri kesip biçmeye. Olmadı dünyadaki terzilerden yardım istiyorlar (psikologlar,
psikiyatristler, danışmalar, koçlar burada devreye giriyor). “Kimimiz biraz üzerine uydurunca oldu
zannedip bırakıyor başka elbise denemeyi”. Ama cesareti olup ruhsal
giysilerinden tamamen soyunabilenler, keşfedilmemiş sahillere yelken
açabiliyorlar benliklerinde. Geçtiğimiz hafta sonu, Kocaeli’nin kırsalında, bir
meditasyon sırasında, kendimi Japonya’da bir sahilde samuray kıyafetleriyle
bulduğumda hiç anlam verememiştim bu sahneye. Ardından iki saat süren bir derin
kazının sonucunda o yaşamdan ne kadar fazla şeyi getirdiğimi fark ettim ruhsal
bedenimle. Ruhsal bedenimin hafızasında uzlaşmanın yenilgi getirdiği yazıyordu
mesela, oysa bir samuraya savaş alanında ölmek yakışırdı. Sonra bu hayatımda
uzlaşmaz tavrımla kaybettiğim kariyerlerim, kaybettiğim iş ve ilişki
fırsatlarım geldi gözümün önüne. Hep bir samuray gibi onurlu ve yalnız öldüğüm,
arkama bile bakmadan yürüyüp gittiğim. O hayattaki 35 yıllık suskunluktan sonra
şimdi susmakta ne kadar zorlandığım mesela. Ya da bu kadar konuşmanın içinde duygularımdan ne kadar az bahsettiğim.
Yardım alma girişimindeki başarısızlığın üstüne, bu yaşamda en yakınımdaki
insanlardan bile yardım istemekte zorlandığım geldi aklıma.
Ruhsal elbisenizdeki katmanları
bıraktıkça ardınızda, onun alerjik etkilerini de unutuyor bedeninizin hafızası,
sanki hiç yaşanmamış gibi. Soyundukça giysilerinizden parıldamaya başlıyor
altından gerçek benliğiniz, tüm güzelliği ve kirlenmemişliğiyle. Önemli olan bu
derin kazıya cesaret edip yola çıkmanız sadece. Herkes birbirinden eşsiz,
birbirinden farklı ve bunun gerçekte ne anlama geldiğini sadece ruhunuz
biliyor. Onun rehberliğine güvenerek bıraktığınızda kendinizi, içinizdeki eşsiz
ressamı, müzisyeni, mühendisi, ziraatçıyı, danışmanı, fotoğrafçıyı, gerçekte
her ne iseniz onu fark edeceksiniz ve onunla buluştuğunuz, yeteneklerinizi
hayata sunduğunuz andan itibaren kimsenin size veremeyeceği bir özsaygı
kaplayacak içinizi. İşte o andan itibaren artık anda olmak ne demek
bileceksiniz! Soyunun üzerinizdeki giysilerden, cesaretle çıkın yola ve
unutmayın!
“İpekten kaftanda giyse, yünden
abada, içindeki insan insandır.” Hz.Mevlana
Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler!...