27 Mart 2012 Salı

Hz.Mevlana Dünya’nın döndüğünü Galileo’dan 350 yıl önce söylemişti!


Modern fiziğin ve teleskobik astronominin kurucularından olan İtalyan bilim adamı. Galileo, kendisinden önce Copernicus'un öne sürdüğü güneş merkezli evren kuramını benimsemiş ve bu nedenle Vatikan kilisesi tarafından iki defa yargılanmıştır. Bu olaylar nedeniyle Galileo tarihte bilim ve din çatışmasının bir sembolü haline gelmiştir.
Oysa bilim ve dinin iç içe olduğunu, Hz.Mevlana neredeyse Galileo’dan 350 yıl önce Divan-ı Kebir adlı eserinin 1.cildinin 196.sayfasında şu sözleriyle belirtmiştir;
“Güneş de, ay da, yıldızlar da, gökyüzünde ilahi aşk ile dönmekte; adeta oynamaktadır. Üzerinde yaşadığımız dünya da dönmekte, oynamaktadır. Biz bunların ortasındayız. Haydi, şu ortadakileri de oynat!”
Böylece döneminin ifadesiyle dönmenin bir enerjisi olduğunu, hareketsiz kalan insanın enerji üretemediğini anlatmaktaydı. Ayrıca yine çağının çok ötesinde bir bilgelikle insanların çark içinde dönüp durduğunu ve bunun yaratımın bir gereği olduğunu, yine Divan-ı Kebir’in 5. cildinde şu sözleriyle vurgulamaktadır;
“Allah’ım! Zümrüt renkli dokuz kat göğü havada, sonsuz boşluk içinde hapsettin; topraktan yarattığın insanı da, çarkla beraber oynatıp duruyorsun.”
Kainatta ve yaratımda, her şey birbirine görünmeyen sevgi enerjisi ile bağlıdır. Hiç kimse bir diğerinden kopuk ya da ayrı değildir, ancak bütün ve birleşik de değildir. Her biri kendi özgür iradesi ile tanzim olur. Hz. Mevlana insanın bu dünyada yaşarken bu ilahi düzeni fark edemediğini şöyle ifade eder;
“ Kör bir deveye benzersin… Boynunda yular seni çeker durur; fakat sen çekeni gör, yuları değil! Çekeni görsen dünya senin için aldanma yurdu olmazdı… ”
Her zaman üzerinde durduğumuz şey, başımıza gelenin ardındaki anlamı görmeye çalışmamız değil mi? İşte Hz.Mevlana bunu yaklaşık 650 yıl önce bu sözleriyle anlatmış zaten. Giden sevgili, kaybettiğimiz iş, başımıza gelen sıkıntı ve dertler, sağlığımız, maddi ve manevi tüm kayıplarımız bizi başka bir yöne çeken yularlarımız değil mi gerçekte. Bunların hepsi algımızın kısıtlanmış görüşünden kaynaklanmıyor mu? Yansıyanın akıl ile yorumlanması sınırlı kalmıyor mu? Başımıza gelenlere, çevremize baktığımızda, hala baktığımız şeyi görüyorsak, yanılsama içinde değil miyiz? İşte ilhamın, rüyaların, hislerin yani “hayatımıza ilahi dokunuşların” bize sunduğu fırsatları doğru değerlendirebilirsek, yani gönül gözümüzü kullanabilirsek dönüşü olmayan Aşk yoluna o zaman girmez miyiz? Bu soruları bir düşünün derim!...
Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler!...