30 Temmuz 2012 Pazartesi

İlişkilerde Birlikte Büyümek - 1


Bir çocukla yetişkin arasındaki farka baktığımızda ilk dikkati çeken, yaptıklarımızdan duyduğumuz sorumluluk oranıdır. Bir çocuk olarak yaptıklarımız karşısında o masum bakışın ve dudak büzmesinin arkasına saklanabiliyorken, bir yetişkin olarak her zaman çevremizdeki her şeye karşı daha fazla sorumluluk taşırız. Büyümek için sorumsuzluk duygusu ile başkalarının bakımına muhtaç olduğumuz duygusundan vazgeçmemiz gerekir.
Ebeveynle çocuk arasındaki ilişkide doğal bir dengesizlik vardır. Çocuk ebeveyninden alır, ebeveynde çocuğa verir. Çiftler arasındaki ilişki ise dengeli olmak zorundadır. Karşılıklı bir alışveriş vardır ve her iki taraf da hem alan hem veren rollerini mümkün olduğunca eşit olarak oynarlar. Çoğumuz bunun farkında olsak da bazen eşimizin bakımına ihtiyacımız varmış gibi davranıp, bu ihtiyaç karşılanmayınca da hayal kırıklığına uğrarız.
Temelde ilişki sırasında erkek kendinde eksik olanı kadından alırken, kadında kendindeki eksiği erkekten alarak tamamlar. İkisi de dengeli bir değiş tokuşa, karşılıklı olarak bir şeylere ihtiyaç duyduklarını göstermeye hazır olmalıdırlar. Bu alışverişin maddi, cinsel, duygusal, ruhsal ve zihinsel, kısaca her alanda gerçekleşmesi gerekir. İlişkiyi ayakta tutan, çiftler arasındaki benzerlikler değil zıtlıklardır. Erkek ne kadar erkek, kadın ne kadar dişiyse aralarındaki zıtlık o kadar büyük, çekimde o kadar güçlü olur. Sevgi ilişkisinde gerçekten derinleşebilmek için karşı cinsteki ebeveynden vazgeçebilmek temel şarttır. Böylece erkek kendi erkekliği ile kadınsa kendi dişiliği ile bağını güçlendirir. Bunun için kişinin kendi cinsindeki ebeveyni onurlandırması ve kabul etmesi gerekir.
Bazen çitler ilişkide yakın olmayı, birbirlerinde erimek ve bir olmak olarak algılayabilirler. Aşktaki en derin özlemlerden biri aradaki farkları yok ederek sevgiliyle bir olmak düşüncesidir. Oysa anlamamız gereken en önemli şey, karşı tarafa, hem farklı hem de eşit olduğu için saygı duymaktır. Kişi zıt kutupta olanı, eşit olarak kendine kattığında yin-yang oluşur. Böylece görünürde zıt olanlar birbirlerinin tamamlayıcısı olur ve iki eş de yarımdan fazlasına ulaşırlar. Birbirleriyle alışverişleri arttıkça aralarındaki bağ da o oranda güçlenir.
devam edecek,
Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı

24 Temmuz 2012 Salı

7-13-20-33 sayılarının sırrı ve yaşam çiçeği


Yaşam Çiçeğinin desenleri evrendeki her şeyi oluşturan kutsal oranların çıkış noktasıdır. Aslında çember değil küredir. Kutsal geometriyle bağdaştırılır. Semavi dinlerin hepsinde kullanılmıştır. Bu kutsal geometri, kendimizin ve evrenin gerçeğine ulaşmakta bize yardımcı olur.
Yaşam Çiçeğinin çizimi sadece Mısır’ da değil, dünyanın her tarafında bulunur. Bu çizim İrlanda’ da, Türkiye’ de, İngiltere’ de, İsrail’ de, Çin’ de, Tibet’te, Hindistan’ da, Japonya’ da her yerde bulunur. Dünyanın her yerinde de adı aynıdır: Yaşam Çiçeği. Evrende başka yerlerde adı değişiktir. İki temel isim Sessizliğin Dili ve Işığın Dili olarak tercüme edilebilir. Bütün dillerin kaynağıdır. Evrenin öncelikli dilidir: Saf şekil ve orantı.
Yaşam Çiçeğine çiçek denilmesinin nedeni sadece çiçeğe benzemesinden değil meyve ağacının evrelerini temsil etmesinden dolayıdır da.
En dış çember dahil, iç içe geçmiş 20 çemberden oluşur ve her şeyin sırrını içinde sakladığına inanılır. Resimlerde görülen şekiller kürenin iki boyuta indirgenmiş halidir.
Üç boyutlu olarak hatta çok boyutlu olarak düşünülmelidir. Yaşam çiçeği içinde Platon’un 5 cismini ve Metatron’un Kübü’nü barındırır. O şekiller de tüm varoluşu inşa ederler.
Dünyanın çok farklı coğrafyalarındaki (Güney Amerika, Anadolu, Ortadoğu, Mısır, Asya, Uzak Asya, Afrika) arkeolojik çalışmalarda örneklerine rastlanmıştır. Türkiye’de, Burdur müzesinde bir lahit kapağında, Manisa müzesinde, Hacıbektaş-ı Veli türbesinde bir çeşmenin üstünde ve Efes antik kentinde Yaşam Çiçeği sembolleri mevcuttur. Evrenin ve yaşamın tüm kodunun ve başlangıcının bu sembolde gizli olduğuna inanılmaktadır. Drunvalo Melchizedek “Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı” isimli kitabında bu sembolün Atlantis zamanında bilindiğini ve Atlantis’in çöküşüyle unutulmaması için Mısır’a taşındığını söylemektedir. Ayrıca Da Vinci’nin de sembolü kullandığını anlatır. Gaziantep’te bir kazıda sembole tekrar rastlanmıştır.
Drunvalo Melchizedek’in “Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı – 1” kitabından:
Bütün evren bu kutsal küreden doğmuştur. Bu küre koşulsuz sevginin sembolüdür. Bizim DNA, RNA’mız bu holografik modelden türemiştir. Bizim hücrelerimizdeki en küçük atomik parçacığın modeli budur.
Kadim Mayalar Allah’ın matematiksel doğasını keşfettiler. Yaratılışın doğası 13 ve 20 sayılarının frekanslarını içeriyordu. 13 sayısı sembolik olarak daireyle, 20 sayısı da sembolik olarak kare ile ifade ediliyordu. Mayalarda Hunab K’u’nun sembolü daire içinde kare olarak gösteriliyordu. Hunab K’u’nun anlamı ölçüyü ve hareketi verendir.
Hunab ‘Allah’ veya Yaradan ve K’u piramit demektir.
Aslında, bununla Allah piramidin içindedir demek istiyoruz, fakat Mayalara göre bizim fiziksel bedenlerimiz de piramittir ve içinde Allah’ın gücü vardır. 13 ve 20 sayılarının gücü bizim içimizdeki Allah’ın gücünü uyandırıyor diyebiliriz.
Bedenimizde 13 ana eklem mevcuttur: Ayak bileklerimiz, dizlerimiz, kalça eklemlerimiz, dirseklerimiz, el bileklerimiz, omuz eklemlerimiz ve boynumuz. 20 tane parmağımız vardır. Döllenme esnasında daire olan yumurtayı döllemek için yumurtanın etrafında muhakkak 13 sperm olması gerektiği tespit edilmiştir.
Eğer 20 parmağımızla 13 eklem hareketini toplarsak, bu 33 eder ki bu bizim ışık bedenimizin sayısal ifadesidir. Omuriliğimiz 33 parçadan oluşur.13 sayısının tam merkezi 7’dir ve bu bizim 7 çakramızın işaretidir.
Mayalara göre 7’nin gücünü kullanabilen 33’ün gücünü de kullanabilir. 13 ve 20 frekansları ay döngüleriyle, güneşle, galaktik zamanla ve dünya zamanıyla uyumludur. Ruhumuz bedenimizi hareket ettirmek için 13 eklemimizi kullanır. Bu frekans, Dünyamızın ve Galaksimizin doğal dönemleriyle uyumlu olduğu için 13 ve 20’nin olumlu tesirlerini hem organik yapımızda hem de boyutlar arası enerji akışlarına uyumda görürüz.
Mayaların takvimine göre 13’üncü ışın, takvimdeki en yüksek titreşimdir; dönüşümü temsil eder. 20’nci işaret ,”AHAU” Solar Zihin hem fiziksel hem spiritüel olarak ışığın gizemini açığa çıkarır. Bu işaretlerin elverişli birleşmeleri gezegenimizin daha büyük bir IŞIĞA uyumlanma zamanına girdiğimizin göstergesidir.
13-20-33 sayılarının frekansları bizim içimizdeki Tanrıyı uyandırır.
13: Zeki, yeniliğe açık, araştıran keşfeden, gücü egoistçe kullanmayan demektir.
3+1=4 eder. Bu sayı, karmik borçları ödemekle ilgilidir.
20: Uyanış; yeni anlam yeni planlar, sabırla, istekle, devamlılıkla gücü dönüşümde kullanabilmektir. Mutluluk verecekleri yaratabilmek ve olumsuzları silme gücüdür.
33: En şanslı sayıdır. Sevginin sihridir. Her alanda şanstır.
(Çeşitli kitaplardan derlenmiştir)
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı

20 Temmuz 2012 Cuma

İslamı, Müslümanlığı ve Ramazanı anlamak!...


Bugün Ramazan ayının ilk günü. Bildiğiniz gibi Ramazan ayı Hz. Muhammed’e Kur’an-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı aydır. Ramazanın kelime kökünü incelediğimizde iki fikir öne çıkmakta;
      1-      Ramad kelimesi Arapçada “yanmak” anlamına geliyor. Aslında tasavvufi bakışla hem Hz. Muhammed’in hem de tüm insanlığın pişmesi ile ilişkilendirilebilir. Hz. Muhammed’de Ramazan ayı için “günahların yandığı aydır” diye buyurmuştur.
      2-      Ramda kelimesi, “yaz sonunda sonbahar öncesi yağan ve yeryüzünü kirden temizleyen yağmur” manasına gelir. Ramazan ayıda inananların günahlarının temizlendiği aydır.
Ayrıca Ramazan ayı için “rahmet ve mağrifet ayıdır” denmesinin nedeni hecelerinde görülebilir; Arapçada Ra-ma-z-a-n heceleri bölündüğünde Ra (Rahmet), ma(mağrifet-affedilme), z(ateşten muhafaza edilme), a(Amaan:Emniyet), n(Nur) anlamına gelmektedir. Mağrifet ayıdır çünkü, “Kendini bilen, Rabbini bilir.”
Tüm inananlar için günahların temizlendiği ve tam bir arınma sürecinin yaşandığı bu ayda oruç tutarak hem beslenme ilgili olarak alınan besinlerle bedene iyi bakmak, hem de her türlü hazdan ve negatif enerji yayan düşünceden oruç yoluyla arınmak hedeflenmektedir. Ancak günümüzde ne yazık ki “İslam olma hali”ni anlamaktan uzak bazı bağnazlar, oruç tutmayı sadece bedensel olarak akşama kadar aç kalmak, iftardan sonra da bu bedensel açlığı derhal doyurmak olarak algılamakta ve yaşamakta, böyle yaşamayanları da taciz etmektedir. “İnsanlar denenmeden, sadece “ inandık ” demekle kurtulacaklarını mı sanıyorlar?” “Yemin olsun! Biz daha önceki nesillerden “inandık” diyenleri de, türlü şekillerde sınadık. Böylece Allah, içtenlikle inananlar ile, iki yüzlü yalancıları birbirinden ayıracaktır.” (Ankebut Suresi:2,3)
Ancak gerek İslam’ı, gerek Müslümanlığı, gerekse Kur’an-ı Kerim’i kısıtlı bir bakışla ve neredeyse hiç idrak etmeden uygulamaya çalışan bu kişilere, yukarıdaki sureyi hatırlatmanın yeterli olacağına inanıyorum. Hz. Muhammed bile tarihe “Medine Anlaşması” olarak geçen anlaşmada, Medineli Hıristiyan ve Musevilerle başkalarının görüşüne ve inanışına saygı duyma konusunda uzlaşmıştı.
İslam olma hali” kimsenin tekeline alamayacağı ve hiç kimsenin kendisini dışında göremeyeceği yaratılış yasasıdır. Bu bağlamda tüm peygamberlerin tebliğ ettikleri dinin ortak adı olan İslam, tüm insanlığın dinidir.
Müslüman” ise, “Allah’ın birliğine gönülden teslim olan ve buyruklarını yerine getiren kişidir.” Bu özelliği taşıyan kişi, tarihin hangi döneminde, hangi toplumda yaşamış olursa olsun, Allah’a göre Müslüman’dır. Bu Kur’an-ı Kerim’de açıkça belirtilmektedir. “ …Allah, gerek daha önceki Tevrat, İncil ve diğer kitaplarda, gerekse Kur-an’da, size “Müslümanlar” adını verdi…” (Hac Suresi:78)
İslam ve Müslüman kavramları, herhangi bir zaman dilimi ve özel bir toplulukla sınırlandırılamaz. Nitekim Hz. Muhammed’den binlerce yıl önce yaşamış olan Hz. İbrahim’den Kur-an’da Müslüman olarak bahsedilmektedir. “İbrahim ne bir Yahudi’nin, ne de bir Hıristiyan’ın inandığı gibi inanmıyordu; o Tek Allah’a inanan bir Müslüman’dı…” (Al-i İmran Suresi:67) Müslüman kavramının anlam ve içeriği yeterince kavranamadığı içinde, “Bazı insanlar Müslüman olduğunun, bazıları da aslında Müslüman olamadıklarının farkında değil.” Kur-an’a göre bir insanın Müslümanlığı ancak, “inanıp, iyi ve güzel işler üreterek” gerçekleşen bir olgudur.
Ramazan ayı asla sadece bedensel bir arınma süreci değildir, aksine bedensel-duygusal-ruhsal ve zihinsel olarak tam bir arınma dönemidir. Dolayısıyla, “örneğin, sağlığınız müsaade etmiyor ve bedensel olarak aç kalamıyorsanız, kimse hakkında kötü düşünmeyerek, fitneden ve fesattan uzak durarak, zihinsel olarak kendinizi yaratana adayarak, günahlarınız için kendinizi affederek ve Allah’ın affını dileyerek, başkalarının bu döneme kadar size yaptıklarını da affedip Allah’a havale ederek oruç tutmanın duygusal ve ruhsal boyutunu gerçekleştirebilirsiniz.
Herkese kendince arınma sürecini tamamlayabileceği, hayırlı bir Şehr-i Ramazan diliyorum.
Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL