Özellikle evliliklerde sorunların başladığı yerlerden
biri eşlerin ilişkilerine kendi ailelerinden taşıdıkları alışkanlıklarıdır. Aşık
olduğunuzda yaşamınıza aldığınız sadece bir erkek veya kadın değildir;
sevdiğiniz insan hayatınıza tüm ailesiyle girer. Örneğin kendi ailesinde ebeveyn
sorumluluğunu taşımaya alışmış bir erkek evlenince, ailesinden alamadığı
sevgiyi eşinden alabilmek için “çocuk”laşabilir. Doğal olarak ta eşler
arasındaki denge bozulabilir. Dengeyi sağlamanın yolu ancak kişinin kendi
ailesinde “çocuk” olduğunu hatırlamasından yani “küçülmesinden” ve eşiyle olan
ilişkisinde de tekrar sorumluluk almaya başlamasından yani “büyümesinden”
geçer.
İlişkilerde dengeyi korumak istiyorsak, bize yaşam
veren ailemize karşı “çocuk”, ilişkide olduğumuz eşimize karşı “yetişkin” ve
çocuklarımıza karşı “ebeveyn” olmak durumundayız.
Kendine “baba” arayan bir kadın, kendine “çocuk”
arayan bir erkeğe ihtiyaç duyabilir. Hükmetmeyi seven biri, hükmedilmek isteyen
birini arayabilir. Kadınlara saygı duymayan bir erkek, erkeklerden saygı görmeyi
hak etmediğini düşünen bir kadın bulabilir. Sevdiğimiz insanla beraber yeni bir
hayat kurduğumuzda sadece onunla değil ailesiyle de evlendiğimizi belirtmiştim.
Dolayısıyla farklı aile yapıları buluşmuş olur. Çevrenizdeki ilişkilere dikkat
ederseniz iki dominant anne veya iki biri birine benzer baba ile evlenen
çiftlerin ilişkilerinin göreceli olarak daha uzun sürdüğünü görebilirsiniz.
Ancak bu tür evliliklerin sayısı, çapraz eşleşmelerin olduğu ailelere göre daha
azdır.
Hepimiz ruhumuzda ilişkide bulunduğumuz insana
aldığımızdan fazlasını mı veriyoruz, yoksa azını mı biliriz. Ama özellikle
dengenin bozulduğu ve bir şekilde biten ilişkilerde “Beraber olduğumuz zaman
için sana teşekkür ederim. Bana çok şey verdi ve bana verdiklerin her zaman benimle
kalacaklar. Ben de sana verdiklerimi sevgiyle verdim ve sende kalabilirler.” diyebilmek
bizi yeni bir ilişki için gereken özgürlük duygusuna yaklaştırır.
Sanılanın aksine ilişkiyi terk eden taraf, genelde
daha çok alan taraftır. Çünkü almak vermekten daha zordur. Alan kişi vererek
dengeyi sağlamak zorundadır. Ama sürekli vermeye alışmış eş, almakta zorlandığı
için, almayı kabul etmeyerek karşısındaki kişiyi sürekli ruhsal olarak
borçlandırır. Sonunda da aldıklarının karşılığını veremeyen diğeri ilişkiden
kaçarak, kendisinin verebileceği ve ondan sorunsuzca alabilecek biriyle
birlikte olur. İlişkilerde alma verme arasında mümkün olduğunca denge kurmak o
ilişkinin uzun süreli olarak kalıcılığını sağlamanın en kolay yoludur.
Aşkla kalın,
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler!...