29 Ocak 2012 Pazar

Beş Varoluş Boyutu

1-    BEN VAR MIYIM?

Tanınmak, kale alınmak, adam yerine konulmak isteriz. Yaşamımız boyunca insanlardan sürekli sen varsın ya da yoksun mesajı alırız.

"Ben varım mücadelesi" verir dururuz yani.
Evdeki kedimiz bile mevcudiyetini burnumuzun dibine girerek gösteriyor. Ne zaman başka birşeyle ilgilensek gelip üstüne çıkıyor. "Ben de varım" diye bağırıyor bize.
Peki biz ilişkilerimizde birbirimizi var ediyor muyuz?

2-    KABUL EDİLİYOR MUYUM?

Beni olduğum gibi kabul ediyor musunuz? Ben doğal mıyım? Ben de bir bozukluk var mı?
  • Lakaplar sizde bir bozukluk var demektir. Leylek gibi boyunla ne arıyorsun en arkaya geç. ( Boyunun uzunluğu problemli )
  • Ne biçim öksürüyorsun öyle?
  • Ne biçim yürüyorsun? vs.
  • Doğal halim sevilmiyor, başkalarına benzersem kabul görürüm!...
3-    SEVİLİYOR MUYUM?

Benimle konuşmak ister misiniz? Ben özleniyor muyum? Çocukluğumda anneme her kızdığımda özel birkaç eşyamla kömürlüğe taşınırdım. Acıkıncaya kadar tabiki :-)  Yıllar önce bir danışanımla ev gözlemi yapıyordum. "Çocuğunuz gecikti, okuldan kaçta gelir?" dediğimde "Gelmiştir, Odasındadır" cevabını aldığımda tedavi şansını yakaladığımı anlamıştım. Kopukluk ve sevginin aktarılamayışı daha nasıl anlatılabilirdi?

4-    DEĞERLİ MİYİM? 

Kendinden daha büyük bir bütünün parçası olmak hepimizin ana mücadelesi zaten. Aile, iş yeri, hatta daha sonra yaratıcının kendisi. Peki parçası olduğumuz bütün tarafından değerli görülüp görülmediğimizi biliyormuyuz?
  • Her kez oturmadan yemeğe başlanmaz.(Biz bir aileyiz bilinci vermek için) Çocukken banyoda elimi yıkarken evdekiler yemeğe başlarlarsa kendimi kötü hissederdim. Unutulmuş, hatta önemsenmemiş. Size hiç olmadı mı? Ya da soğuk bir havada okul çıkışı ebeveyniniz tarafından beklendiğinizi görüp kendinizi değerli hissetmediniz mi? Peki etrafımızdaki insanlara benim için değerlisin mesajını verebiliyor muyuz gerçekten?
5-    YAPABİLİR MİYİM? 

Siz ona güvenirseniz oda kendine güven duygusu kazanır.
  • Anne tabakları ben getireyim mi? 
  • Dokunma kırarsın. 
  • Kırmam valla!  (Bırakın canım kırarsa kırsın; eğitim zayiatı sayarsınız :-))
Hayatınızdaki tüm insanlara gerekiyorsa haykırarak söyleyin, daha önemlisi hissettirin. Kendinize de hissettirmelerini talep edin;
VAR SINIZ!...
KABUL EDİLİYOR SUNUZ!...
SEVİLİYOR SUNUZ!...
DEĞERLİ SİNİZ!...
YAPABİLİR SİNİZ!...

Daha güçlü olumlamamı var!

Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı

24 Ocak 2012 Salı

Duyguların enerji bedene etkileri

Coşku kalp ile bağlantılı bir duygudur. Coşku duygusunun tam tersi duygular kalp ve akciğer fonksiyonlarını etkileyebilir. Kalp sorunlarının olası zihinsel nedenleri arasında, çoğunlukla sevgi alış verişinin engellenilmesi, kalbin endişe keder gibi duygularla yorulması gibi etkenler yer alır. Coşku duygusu negatif iken, zihinsel dağınıklık oluşur.

Dehşet duygusu ve beraberinde panik duygusu kalbi etkiler. Hızlı kalp atışı zihinsel telaş ve soğuk ter belirgin özellikleridir. Psikiyatride panik bozukluk ‘panik atak’ olarak tanımlanır.

Endişe duygusu dalak üzerinde etkisini gösterir. Bu problem üzerine aşırı düşünmek sıkıntı hissetmek dalak enerjisini bloke eder. Depresyon huzursuzluk iştah azalması, yorgun kol ve bacaklar, karın şişliği ve bayanlarda adet dönemi bozuklukları olarak ortaya çıkabilir.

Üzüntü ve Yas akciğerlerin enerjisini bozar ve solunum sıkıntıları ortaya çıkabilir. Örneğin bronşit, astım gibi sorunlar sevilen birinin kaybedilmesiyle ilişkilendirilebilir. Ve bireyin kendisini bastırılmış boğulmuş hissetmesi, bireysel bağımsızlığını hissedememesi durumlarında ortaya çıkabilir. Göğüsten gelen derin öksürükler mutsuzluğun göstergesi olabilir çünkü ciğerlerdeki enerji sıkışmıştır.

Korku böbreklerin temsil ettiği bir duygudur ve sırt ağrıları idrar yolları problemlerine yol açabilir ve yalnızlık duygusunu körükler.

Öfke karaciğerin enerjisini bozar. Baş ağrıları, baş dönmesi, sırt ağrıları şeklinde etkisini gösterebilir.

Meridyenler ve ilgili organları

AKCİĞER MERİDYENİ: Havadaki Ch’i enerjisini alıp, vücuda dağıtmasından sorumludur.

Akciğer meridyenindeki dengesizlik; astım, öksürük, göğüste tıkanıklık gibi solunum yolları rahatsızlıkları olarak tezahür eder.

KALIN BAĞIRSAK MERİDYENİ: Bedene giren besin maddelerinin işlendikten sonra atılmasını arındırılmasını sağlar. Bu meridyendeki tıkanıklık mide ağrısı, kabızlık, ishal, gaz, parmak uçlarında soğukluk olarak tezahür edebilir. Kalın bağırsak meridyenindeki tıkanıklık kişiyi psikolojik olarak rahatsız eder ve sık soluk alıp verme motivasyon kaybı gibi durumlar yaşanabilir.

İNCE BAĞIRSAK MERİDYENİ: Dışarıdan bedene giren besin maddelerini alır ve bunları kullanılabilir duruma getirir. Kalp meridyeninin enerjiyi karnın alt bölgesine tutmasına yardım eder. Öfke, şok, keder gibi duygular da karnın alt kısmında toplanır. Bu durumda sırtın alt bölgesinde ağrı baş gösterir ve kadınların ayakları üşür. Bu meridyen yumurtalıkların çalışmasıyla ve ay halinin düzenli olmasıyla ilişkilidir.

MİDE MERİDYENİ: Mide hazımdan sorumludur. Bu meridyendeki tıkanıklık, yorgunluk zayıflık tiroid problemleri, göğüste kist, fıtık, kabızlık, apandisit, pankreas dalak safra kesesi sorunları yumurtalık sorunlarına yol açabilir. Bacak ağrıları varis boyun ve omuzun sertleşmesi, bacakların ağır gelmesi, diz altının üşümesi, çok esnemek ve çabuk yorulma olarak tezahür edebilir.

DALAK-PANKREAS MERİDYENİ: Dalak kanın oluşumu ve düzgün akışından sorumludur. Kullanılmış kırmızı kan hücrelerini yok edip zararlı bakterileri nötralize eden yapılar oluşturur. Bu organdaki dengesizlik, zayıf adaleler, renksiz ve kuru dudaklar, göğüste kist, kol altı lenflerinde şişmesi, mide ağrısı, rahimde kist, aybaşı sorunları, fıtık, bacak ve diz ağrıları gibi rahatsızlıklara neden olabilir. Dalak meridyeni vücuttaki sıvının dengesinde rol oynadığı için, ödem yani fazla sıvının vücutta birikmesi bu meridyenin tıkanıklığından kaynaklanabilir. Psikolojik olarak kişi çok düşünür ve endişeye kapılabilir ve açlık hissedebilir.

KALP MERİDYENİ: Kalp ve ince bağırsak meridyenleri eş meridyenlerdir. Kalp kanı ve damarları idare eder, kan dolaşımını düzenler. Kalp meridyenindeki dengesizlikler sinirsel gerilim olarak ortaya çıkar. Bu meridyendeki tıkanıklık; kolun iç tarafından ağrı, uyuşma, el küçük parmağında ağrı veya tutukluk, uykusuzluk unutkanlık mantıksız hareketler gibi sorunlara yol açabilir.

MESANE MERİDYENİ: Mesane meridyeni böbrekleri uyarmada ve düzenlemede sorumludur. Mesane meridyenindeki dengesizlikler baş gösterdiğinde büyük sinirsel gerginlik yaşanır ve kişi aşırı tepkiler verebilir. Sırtın altındaki kaslar genellikle sertleşir. Bu meridyendeki tıkanıklık baş ağrısı, omurilikte tutukluk, ense ve bel ağrıları, varis, bacaklarda kramp ve adalelerde kasılma gibi durumlar yaşanabilir.

BÖBREK MERİDYENİ: Böbrekler Ch’i enerjisinin depolandığı yerdir. Bu enerji vücuda hayati faaliyet ve canlılığı sunar. Böbreklerin iyi çalışmaması toksinlerin birikmesine kan dolaşımının iyi yapılmamasına sebep olur. Bu meridyendeki tıkanıklık yüksek tansiyon, akciğerlerde tıkanıklık, mesane sorunları, kasıklarda egzama ve mantar, cinsel sorunlar, kısırlık, varis, şiş ayak bilekleri durumlarına yol açabilir.

KARACİĞER MERİDYENİ: Bu organ Ch’i enerjisini ve kanı her yöne yollar. Bu meridyen sinir sistemini kontrol ettiğinden, enerji meridyenindeki dengesizlik; depresyon kızgınlık gibi psikolojik sorunlara yol açabilir. Hayata gösterilen ilgi ya da ilgisizlik bu meridyenle ilişkilidir. Karaciğer meridyenindeki dengesizlikler sonucunda güç kaybı, aşırı yorgunluk huysuzluk, aşırı duygusallık, baş gösterebilir. Gözler parlaklığını kaybeder. Prostat, testis sorunlarına yol açabilir.

SAFRA KESESİ MERİDYENİ: Bu meridyendeki tıkanıklık şakaklarda ağrı, boyunda ağrı ve tutukluk, omuz ve kasıklarda ağrılar, diz sorunları, kalçadaki artrit ağrısı gibi sorunlar oluşabilir.

HORMON MERİDYENİ: Çinlilere göre bütün organlar bu meridyen tarafından korunduğu gibi, vücut sıcaklığı dengesi bu meridyenin görevlerinden biridir. Bu meridyendeki tıkanıklık, gözün arka kısmında ağrı, kulaklarda sorunlar, omuz ağrısı, kollarda tutukluk ve ağrı gibi rahatsızlıklara yol açabilir.

KAN DOLAŞIMI/ PERİKARD MERİDYENİ: Bu meridyenin görevi, kalbi fazla yorulmaktan korumaktır. Stresin etkileri kalbe gitmeden önce bu zarda kendini belli eder. Bu meridyendeki zayıflık, kol altlarında acı ve şişkinlik, dirseklerde egzama, siğil ve beyaz lekelere neden olabilir.

Bir meridyendeki enerji dengesi bozulduğunda, başka meridyenlerden enerji çekilimi olduğu için, bu diğer meridyenlerin dengesine de etkiler. Kişisel düzeyde fiziksel sağlığımız için, reiki, yoga, meditasyon, dua, zikir çalışmaları yapabiliriz. Kozmik bilim açısından namaz da enerji bedenimiz için gerekli enerji takviyesi yapma amaçlıdır.

Batı Tıbbı, enerji meridyenleri kapsamındaki bilgileri ‘akupunktur’ ve ‘refleksoloji’ tedavilerinde kullanmaktadır

16 Ocak 2012 Pazartesi

Karar anı psikolojisi

Hayatta her seçim, bazen küçümsenemeyecek yan etkileriyle, reel sonuçlar doğurur. Biz gelişip büyüdükçe daha çok konuda karar alma sorumluluğu yüklenir üzerimize. Bununla birlikte verdiğimiz kararların etki alanları da sürekli genişler. Eğer yaşamımızın sorumluluğunu birine bırakmadıysak, kaçınılmaz bir zorunluluktur karar vermek. Günde ortalama 100.000 karar veriyoruz. Yemek yemek, araba kullanmak, merdiven inmek gibi şeyleri neredeyse otomatik pilota bağlamış durumdayız. Nörologlara göre beynimizin etkinliklerinin ancak yüzde 0,1 inin bilincine varıyoruz. Diğer bir deyişle eylemlerimizin % 99,9’u “bilinçsiz”.
Asıl şaşırtıcı olansa hızla ve sezgisel olarak aldığımız kararların, çoğu zaman ince elenip sık dokunanlardan daha sağlıklı olması. Çok sayıda kriterin göz önünde bulundurulması gereken durumlarda, sezgilerimiz en güvenilir rehberdir. Sağlıklı karar alabilmek için en önemli strateji: “İç sesine kulak ver! Ne kadar güçlüyse o kadar çabuk dinle! Sorun ne kadar karmaşıksa o kadar az akıl yürüt!” Herhangi bir konu hakkında deneyime sahipseniz sezgisel kararlarınızın isabetli olma ihtimali artarken, o konu hakkında herhangi bir deneyiminiz yoksa konuyu ayrıntılarıyla düşünmeniz daha sağlıklı karar almanızı sağlar. Ayrıca çok karmaşık konularda her seçeneği ayrıntılarıyla değerlendirdikten sonra beyninizi en azından bir akşam konuyu hiç düşünmeden değerlendirdiğinizde de kararınızın isabeti artıyor.
Beynimiz saniyede 11 milyon kez uyarılmakta. Bilinçli düşünme eyleminden sorumlu beyin korteksi ise en fazla 40-60 uyarımı işleyebiliyor. Bilinçdışı zihnimizse, biz farkına bile varmadan, pek çok bilgiyi yıldırım hızıyla önemli ve önemsiz, olumlu ve olumsuz diye sınıflar, kaydeder ve depolar. Bilinçdışı bilgileri duygu diline çevirir. İngiltere’de Leicester Üniversitesinde yapılan bir süpermarket araştırmasında, markette Fransız şarkılarının çaldığı saatlerde Fransız şaraplarının, Bavyera müziği çaldığında da Alman şaraplarının satışlarının arttığını görmüşler. Müşterilere sorduklarında ise çalan müziği hatırlamadıklarını söylemişler. Hipnotik kalıplarla bilinçli karar almamızı engelleyerek, bilinçaltındaki duygularımızı manipule eden, bir sürü laf kalabalığı ile asla kullanmayacağımız eşyaları satan, kapı satıcıları da aslında bu deneye uygun davranmıyorlar mı?
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı

12 Ocak 2012 Perşembe

Mevlana’nın Düşüncesinin Dünya Barışına Katkısı

Tasavvuf düşüncesiyle iç içe büyüyen Mevlana, bir Ahi olan Şems Tebrizi ile karşılaşınca kendi düşünceleri de şekillenmeye başladı. Mevlana Kur’an a hayrandı. “Ben Kur’an’ın bendesiyim” demekten hoşlanıyordu. Bunun yanında, devrinin bütün sanat ve bilim hareketlerini takip ediyor, hadis, fıkıh gibi İslam bilgileri konularında çağının rakipsiz uzmanı sayılıyordu. Mevlana, 13. yüzyılda Moğol akınları yüzünden sarsılan Anadolu’nun acısını, insanlığı, hoşgörüyü ve barışı temel alan felsefesiyle hafifletti, yaraları sardı.
Mevlana düşüncesinin temelinde aşk vardır. Mevlana’ya göre Allah’a ulaşmak için gerekli olan en önemli şey aşktır. Hem bedeniyle, hem bilinciyle, hem düşüncesiyle, hem de belleğiyle sevebilen tek varlık insandır. Mevlana her türlü sevgiyi yüceltir; çünkü, bir başkasını seven insan kendisini, tüm insanlığı, evreni ve Allah’ı sevebilir. O, tüm insanlığa derin bir sevgi beslemiştir ve insan sevgisini bir aşka, tutkuya dönüştürmüştür. Mevlana, insanı yüceltmiş ve buna temel olarak insanın yaratıcı hürriyetini ve yapıp-edici iradesini göstermiştir.
Mevlana’ nın sevgisi evrenseldir, ırk, din, dil ayrımı yapmadan tüm insanları kapsar. Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı coğrafyasında yayılmış bulunan Mevlevi tekkeleri bunun bir göstergesidir. O tasavvuf inancını sadece bir nazariye olarak benimsememiş, günlük hayatına da mal etmişti. Mevlana, çocuklara, hastalara, kadınlara, yoksullara saygı gösterir, vefa duyardı. O sevgisini diğer din ve ırklardan olanlara da göstermiştir. Nitekim öğrencileri arasında Müslümanlar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Rumlar, İranlılar, Araplar, Ermeniler, Türkler bulunmaktaydı. O'na göre tüm insanlar, Allah'ın bir görüntüsüydü. İnsanlar arasında ayrım yapmak, Allah'a saygısızlıktan başka bir şey değildi.
Eserlerinde zengin-fakir gibi ayrımların anlamsızlığına dikkat çekmiş, kavgaların bitmesiyle insanların birleşeceğini vurgulamıştır. O’na göre bütün illetlerin devası sevgidir ve insanların en hayırlısı insana ve insanlığa faydası olandır. Mevlana’ nın bu yüce sevgisi insanlara hoşgörüyle yaklaşmasını sağlamıştır. Bu hoşgörüsünü şöyle ifade etmiştir:
“ Gel ne olursan ol, gel
   İster tanrı tanımaz, ister ateşe tapar,
   İster bin kez tövbeni bozmuş ol
   Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değil,
   Gel ne olursan ol, gel ”
Mevlana bu sözleriyle insanların yüreğine ışık saçmış, insanlar arası her türlü ayrımı ortadan kaldıran felsefesiyle yürekleri fethetmiştir.
Ölümünden sonra yaklaşık sekiz yüzyıl geçmesine rağmen Mevlana unutulmamış, felsefesi kaybolmamıştır. Günümüzde, Mevlana’nın görüşlerini temel alarak kurulan Mesneviliğe tüm dünyada gönül veren insanlar vardır. Her yıl, Türkiye‘ de birçok ülkeden katılımcıyla Mevlana günü düzenlenmekte, O’ nun felsefesi ve eserleri tartışılmaktadır. Mevlana ölümünden sonra da insanları etkilemeye devam etmiştir. Yaratıcıya ve insana duyduğu engin sevgiyi sanatla besleyip geliştiren Mevlana felsefesinden etkilenen ve en iyi biçimde özümseyen Mustafa Kemal Atatürk, Mevlana'yı, İslamiyet’i Türk ruhuna uyduran büyük bir reformist olarak nitelemiştir. Mevlana’nın unutulmamış olmasının en önemli nedenlerinden birisi de, düşüncelerinin evrensel olması ve düşüncelerini şiir sınırsızlığıyla usta bir biçimde sunmasıdır.
Ne yazık ki, geçen sekiz yüzyıl sonunda savaşlar ve kavgalar son bulmamış, Mevlana’nın sevgi ve hoşgörüyle son vermek istediği kin ve nefret varlığını sürdürmüştür. Bugün dünyamızın birçok yerinde var olan ve insanlığı etkileyen ırkçılığa, şiddet ve hoşgörüsüzlüğe karşı; Mevlana'nın hoşgörülü ve barışçı felsefesi benimsenirse, evrensel barış bizlere çok uzak olmayacaktır. Özellikle, terör ve savaşın yoğun bir şekilde hissedildiği şu günlerde Mevlana düşüncesinin önemi daha çok ortaya çıkmaktadır. Mevlana’nın çok önem verdiği ve tutkuyla bağlandığı insanlar, hala bu sevgiyi ve hoşgörüyü anlayamamış, kendi hayatlarına uygulayamamışlardır. Günümüzde artık insanların farklılıklarına hoşgörüyle bakabilmeyi ve birbirlerini sevebilmeyi öğrenmeleri gerekmektedir.
Netice itibariyle asırlar sonra bile tüm dünyadan, farklı din ve kültürlerden insanların ilgilerini hala çekmeyi başaran Mevlana’nın insan sevgisi temelli düşüncesi bizlere İslam’ın gerçek yorumunu sunmaktadır.

Deli!...

Günlerden birgün bir pazar yerinde delinin biri çıkmış fıçının üstüne bakmış insanlara. Herkes çılgın bir telaş içinde oradan oraya gidiyor. Deli seslenmiş kalabalığa; Ey telaş içinde farklı yönlere gidenler. Bana deli diyorsunuz. Asıl deli sizsiniz. Bilmez misiniz, ne yöne giderseniz gidin, kalpleriniz bir ve tek yöne gider. O nun sevgisine tekrar kavuşmaktır tek dileğiniz...
Sevgilerimle,
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı

10 Ocak 2012 Salı

Kul sıkışmazsa, Hızır yetişmez!...

Çocukluğumuzda çok sık duyduğumuz kelimelerdendir bu. Kul sıkışmazsa Hızır yetişmez. Başta Anadolu olmak üzere, aslında Türklerin çok eski ve yaygın inanç kalıplarındandır. Kutsal kitaplarda da yer alan bir inanç olduğu içinde halk arasındaki Hızır inancı oldukça köklü bir hal almıştır. Hızır inancı bu kadar yaygın bir inanç olmasına rağmen, hatta Anadolu da Hızır ile ilgili belki yüzlerce yaşanmış örnek varken, gerçekten ondan yardım isteyebiliyor muyuz?


  1. Peki, yardımlarına nasıl ulaşabiliriz?
  2. Her zaman aksakallı bir dede olarak mı görünür?
  3. Ne zaman yardım edeceğini nereden bilebiliriz?
Hızır kimliğinin sonradan anlaşıldığı bilinen hikayelerden biride Kanuni Sultan Süleyman ile olandır;
“Kanuni Yahya Efendiyi sıkça ziyaret ederdi. Yahya efendinin Hızır ile dost olduğunu duymuştu ve ondan Hızır’ı kendisiyle tanıştırmasını istiyordu. Bir gün birlikte bir boğaz gezisine çıktılar. Yahya efendinin yanında dergahtayken sohbet ettiği bir misafiri de vardı. Gezi sırasında bu kişi Kanuni’nin gözünden kaçmamış ama kim olduğunu soramamış. Misafirin parmağındaki yüzükle ilgilendiğini fark edince bir merak sarmış Kanuni’yi.  Bir ara misafir padişaha; “ Sultanım! Parmağınızdaki yüzüğünüz çok hoşuma gitti. Yakından incelememe izin verir misiniz? ” diye sormuş. Padişah verince yüzüğünü, misafir elinde evirip çevirmiş sonra boğazın sularına bırakmış, o çok değerli yüzüğü. Kanuni hiddetlenmiş ama arada Yahya efendi olunca bir şey dememiş. Kıyıya yanaşınca zat elini kıyıda suyun içine sokup bir miktar suyla birlikte Kanuni’nin yüzüğünü geri vermiş. Padişah alınca yüzüğü zat kayboluvermiş.”
Mevlana’nın oğlu Sultan Veled de Mevlana ile Şems ilişkisini ifade ederken Şems’i Hızır’a benzetmiştir.
“Onun da Hızır’ı Tebrizli Şems idi,
  O gizlilerden de gizli bir erdi, bütün uluların padişahıydı.
  Musa Hızır’ımıza kavuşsaydı, tavus kuşu gibi kanatlarını yaralardı.
  Hatta Hızır’ımızı görseydi, Hızır’ın ardından koşar mıydı hiç?
  Hatta Hızır’ımız Hızır’a görünseydi, o bile aşkla deli olurdu.”
Hızır kavramı, yüksek Ruhsal Planlarla irtibat haline girebilen, o ruhsal planlardan kaynaklanan etkilerle beslenen ileri düzeyli varlıkları ifade eder. Bu varlıklar ilahi yardımın fiziksel elleri gibidir. O veya onlar her yerdedir. Sadece sizin onlardan uygun dille yardım istemenizi beklemektedir. Hollywood’da çekilen bir çok filmde dilenci olarak ortaya çıkan meleksi varlıklar tam da Hızır olgusunu anlatmaktadır. Hızır sizin karşınıza her şekilde çıkabilir. Bazen toplumdan her hangi bir birey olarak, bazen de tanıdığınız kişiler olarak. Böylece size hayatınızın akışı ile ilgili önemli fırsatlar sunarlar. Eğer bu fırsatları değerlendirebilir, bu meleksi dokunuştan faydalanabilirseniz bir anda hayatınız değişebilir.
Bununla ilgili ilk aklıma gelen filmler; Aile Babası, Aman Tanrım, L.A. Story, Otoyol 60 gibi filmlerdir.
Hızır’dan yardım almak istiyorsanız, siz pozitif kalın, dileyin ve ona güvenin. O bilinçle yaşayın. Kendinizi onun koruması içinde hissedin. O sizi bulur.
Sevgilerimle,
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı

9 Ocak 2012 Pazartesi

Her Salı Kanal 9'da "Özlemin Lezzet Dünyası"ndayım!...

Sevgili Dostlar,
Bu salıdan itibaren her salı saat 14:30-16:00 arasında Kanal 9 da "Özlemin Lezzet Dünyası" programına konuk olarak psikoloji, kişisel gelişim vb. konularla sizlerle olma fırsatı bulacağım.
Program canlı yayınlanmakta. Aşağıdaki seçeneklerden birini kullanarak ulaşabilirsiniz.
     1- www.kanal9.com.tr den canlı izleyi tıklayarak internet üzerinden izleyebilirsiniz,
     2- Dsmart 229. kanaldan izleyebilirsiniz,
     3- Uydu kullanıyorsanız Türksat 3A Batı Bandından ulaşabilirsiniz.
Sevgilerle,
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı

8 Ocak 2012 Pazar

Uluslararası Yaşam Koçluğu Sertifikasyon Programı




Uluslararası Yaşam Koçluğu Nedir?
Uluslararası Yaşam Koçluğu; Beden-ruh-zihin dengesini yeniden kurgulayarak yaşamında yepyeni farkındalıklarla yürüyebilmek için başvuran danışanlara yardımcı olmayı amaçlayan, varoluşçu ve insancıl psikoloji yaklaşımı, kuantum koçluk, kinesyoloji, NLP ve telkini birleştiren uluslararası koçluk yaklaşımıdır.


Eğitim Programı
1.    Ay Eğitimi ( 2 Gün )
Varoluşun Anlamı, Kader, Evrensel İlkeler ve Gölge Etkisi

2. Ay Eğitimi ( 2 Gün )
Genel Psikoloji ve Psikoterapi Teknikleri

3. Ay Eğitimi ( 2 Gün )
Beynin Yapısı, Beynin Hayatımıza Etkileri, İstemenin Sırrı

4. Ay Eğitimi ( 2 Gün )
Beden Dili, Temsil Sistemleri, Kalibrasyon ve Ölçekleme

5. Ay Eğitimi ( 2 Gün )
Meditasyon Nedir? Milton Dil Kalıpları ve Hipnoz Teknikleri

6. Ay Eğitimi ( 2 Gün )
Koçluğun İleri Düzey Yeterlilikleri
(Seçilmiş NLP Teknikleri)

7. Ay Eğitimi ( 3 Gün )
Dünya Koçluk Federasyonu Tarafından Onaylanan Temel Yeterlilikler
(Liderlik, Motivasyon, Koçluk Kavramları)

8. Ay Eğitimi ( 3 Gün )
Dünya Koçluk Federasyonu Tarafından Onaylanan Temel Yeterlilikler
( İletişim, Zaman, İkna Kavramları)

9. Ay Eğitimi ( 2 Gün )
Avrupa’da uygulanan seçilmiş enerji çalışmaları
(Matrix, Dalga Boyutları, Kalıntıların Temizlenmesi İle İlgili Teknikler)

10. Ay Final Eğitimi ( 2 Gün )
Ruh Nedir? Ruhsallık, Ruhsal Planlarımız, Ezoterizm Nedir? Semboller

Uluslararası Yaşam Koçluğunun Etik İlkeleri
Yaşam Koçunun yetkinliği sadece alınan sertifikaların sayısı ile belirlenemez. Dürüstlük, ahlak, içtenlik, samimiyet, sorunlara pozitif ve çözüm odaklı yaklaşım yeteneği, açık sözlülük, gerektiğinde uzmanlarla işbirliğine yatkınlık, öz’ de ve söz’ de birlik ve bütünlük gibi kişisel özellikler ile sır saklama kabiliyeti, bireyin özel yaşamına saygı mutlak sahip olunması gereken niteliklerdir.

Uluslararası Yaşam Koçluğu Sertifikasyon Programını Bitirdiğinizde
HumanİST Akademi, Yaşam İle Alakalı Herşey ve International Academy of Spirit’in – Uluslararası Yaşam Koçluğu Sertifikasına sahip olacaksınız.

International Academy of Spirit’in Hipnoz Sertifikasına sahip olacaksınız.

Adı geçen kurumların web sitelerinde 2 yıl süreyle akredite olacaksınız.

HumanİST Akademi ve Yaşam İle Alakalı Herşey yapacağı bireysel çalışmalara katılarak Süpervizyon alacaksınız.


Eğitmenler ve Süre
H. Serdar Ceylan, Kartal Özal, Betül Savaşer
Süre 10 Ay Sonunda 22 Gün + 7 Gün Süpervizyon.

Eğitimin Başlangıç Tarihi 
İstanbul Eğitimi    25, 26 Şubat 2012
Ankara Eğitimi      03, 04 Mart 2012

Eğitim Ücreti ve Sınıf Kapasitesi
Peşin:         5.500 TL
Vadeli:        6.500 TL ( 2.000 TL Eğitime Başlarken Peşin, Kalan 9 Ay x 500 TL)
Her sınıf maksimum 16 kişi ile sınırlandırılmıştır. 


İletişim ve Kayıt İçin
Sizde, Uluslararası Yaşam Koçluğu Sertifikasyon Programı hizmetimizden faydalanmak istiyorsanız bize 0530 544 40 39 veya 0532 136 39 39 numaralı telefonlardan ulaşabilir ya da info@humanistakademi.com veya hsceylan@gmail.com adresine yazabilirsiniz.

Uyarı
Düzenlenen etkinlikler, workshoplar, seminerler ya da danışmanlık hizmetleri yalnızca bireysel gelişim yolculuğunuzda sizleri bilgilendirmek, potansiyelinizi açığa çıkartmak, kendinize ve çevrenize daha yararlı bir birey olmanıza aracılık etmek; özetle hayatınızın kalitesini artırmak amaçlıdır. Hiçbir etkinlik, workshop, seminer ya da danışmanlık hizmeti bir hastalık tanısı koyma ve tedavi etme amacı taşımaz.


                                                   International Academy of Spirit





4 Ocak 2012 Çarşamba

Gerçek aşk nedir?

Gerçek aşk nedir? 
Sevgi nereden gelir?
Bir şeyleri sevme isteğini neden taşırız? 

Elbette sevgi durup dururken boşluktan, bilinmezlikten ya da hiçlikten çıkmaz. Ruhsal kaynağını sevilenden, sevgilinin niteliğinden alan bir şeydir sevgi. Bu niteliklerin bulunması, sevgiyi doğurur ve besler; başka türlü ifade etmek istersek, kimse hiçbir şeyi nedensiz sevmez. Seven herkes baştan sona, sevgisinin haklı bir nedeni olduğuna kuvvetle inanır. 

Simmel’in söylediği gibi; Bir şeye, bize getireceği kazanç açısından değil de, neyse o olduğu için ilgi duyma, sevme, aşık olma yeteneği, ancak insanlığın en yüce katmanlarında bize sunulan görkemli bir Tanrısal armağandır.


Platon, Sevgi, güzellik içinde üreme ve doğma arzusudur (tiktein en tok alo)” demişti. Platon bunu söylerken sanılanın aksine güzellikle bedensel kusursuzluğu kastetmez kanımca. Üreme, bir geleceğin yaratılmasıdır. Yaşamın devam etmesidir. Güzellikse, duru bir şekilde iyi yaşamın kendisidir. Sevgi, o anki bilinç düzeyimizle gözümüze ve gönlümüze en iyi görünen şeye içtenlikle bağlanmaktır. Doğru şeye bağlandıysak zaten bilinç düzeyimiz geliştikçe ondaki güzellikleri gittikçe daha çok fark ederiz. Aşık gerçekten içtense, sevdiği şeyde güzelliği, birbiriyle hiç ilgisi olmayan şeylerde de bulabilir; ısısında, akışında, duruşunda, duruluğunda veya bu bir kişi ise saçının yüzüne düşüşünde, gözlerinin renginde, gülümsemesinde, dudaklarının titremesinde vs. 

Aşık kişi duygularını çözümleyip, içinden kaynayarak sevgilisine doğru akan duyguların yolunu gerçekten izlediğinde, sevgi bağının (asla bağımlılık değil) bu küçük özelliklerle ayrılamayacak şekilde iç içe girdiğini ve sürekli bunlardan beslendiğini fark edecektir. Bence gerçek aşk sevgiliye benzemeye çalışmak, ya da onu değiştirmek değil, var olan tüm özellikleriyle onu kabul edip bütünleşmeye çalışmaktır. Sevilen de sevenin duygularına karşılık verdiği zaman, kaynaşmayla oluşan bir “birlik” dönemi başlar. Bu dönemde her iki kişi de kendi varlığının köklerini ötekine aktarır ve artık kendi içinden değil, ötekinin de içinden düşünmeye, istemeye başlar. Artık sevgili “hakkında düşünülen” olmaktan çıkıp, “içinde taşınan, birlikte yaşanan” haline gelir. İşte o andan itibaren sevgilinin görüntüsünü içimizde bir yerde tüm fiziksel özelliklerin ötesinde yeniden kurgularız. Onu artık sadece kendimize anlatabileceğimiz, sadece kendimizin anlayabileceği bir şekilde seviyoruzdur. 

Bence, işte gerçek AŞK budur!...
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimi Uzmanı

Balığın çok özel hikayesi!...


Kütüphanemin en nadide kitaplarından biridir Bilge Karasu’nun “Göçmüş Kediler Bahçesi” adlı kitabı. Ali Poyrazoğlu’nun ona 1969 yılında anlattığı bir öyküyü aktarmış bize. Beni çok etkileyen bu hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Adamın biri bir deniz balığı tutmuş günün birinde, o kadar sevmiş ki yanında hep kalsın istemiş. Her gün suyunu tazelermiş, denizden kovayla tuzlu su çekip taşıyarak. Bir süre sonra usanmış deniz suyu taşımaktan, musluk suyunu denemiş. Balık biraz tedirgin olmuş ama alışmış sonunda tatlı suya. Gel zaman git zaman adamın içine merak olmuş, tatlı suya alışan balık havaya da alışır mı diye… Balık önce debelenmiş, sonunda havaya da alışmış. Günlerden bir gün adamın denize gideceği tutmuş, balığı da yanında. Koymuş onu çakıllığın gölgeli bir köşesine, kendi de denize girmiş. Çocuklar geçiyormuş oradan o sırada. Balığı görmüşler. Yazık, karaya vurmuş,  denize atalım demişler. Adam deliler gibi yüzüp yetişinceye kadar, balık boğuluvermiş denizde.
Bu öyküden bir çok kıssadan hisse çıkarılabilir. Hepimiz sevdiğimiz insanlara yapmıyor muyuz bunu? Bir süre sonra kendi kolayımıza geldiği için değiştirmeye çalışmıyor muyuz onları? Sonrada şarta bağlamıyor muyuz sevgimizi? Değişirsen seni daha çok severim!... Katlanırsan beni daha çok sevdiğini gösterebilirsin!... Değişiyor onlarda, sadece şarta bağlı sözde sevgimizi hak edebilmek için. Peki, nerede son bulacak taleplerimiz? Ne zaman istediğimiz kişi olabilecekler? Dönüp ilişkilerimizin en başına tekrar bakma şansımız olsaydı, aşık olduğumuz kişinin orada tüm kendiliğindenliğiyle durduğunu ve sadece kendi olduğu için onu sevdiğimizi görebilirdik. Değişim sadece kendiniz için gerekli olan bir şeydir ve hep ileriye doğru olması gerekir. Sizi olduğunuz şeyden geriye götüren hiçbir şey değişim değildir, sadece başkasına karşı bağımlı olduğunuzu tescilleyen davranışlardır. İlişkilerinizde sorgulamanız gereken en önemli olgulardan biri budur. Başta kendiniz olmak üzere, çevrenizdeki her şeyi sadece kendileri olduğu için, oldukları halleriyle sevdiğinizde gerçekten seviyorsunuz demektir.
Kartal ÖZAL
PDR ve Davranış Bilimleri Uzmanı